30 Kasım 2013 Cumartesi

KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ



KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ
(PROF. DR. KENAN DEMİRKOL)

İstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.
“YAĞ” VE “ŞEKER”
Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır.
Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…
Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi. 
Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin 
veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece 
hasta olmaya mahkumuz
.
Elimizde iki tane yağ var şu anda.
Bir, zeytinyağı;
 iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı.
Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır.
Hasta edici bir yağ değildir.
Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun.
 Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun.
 Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir.
RAFİNE ZEYTİNYAĞI :Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir.
RİVİERA ZEYTİNYAĞI : Rafine zeytin yağının Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman RİVİERA TİPİ zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.
Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, 
ama biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye. 

Vücudumuzun da antipasları vardır. 
Bunlara biz antioksidan diyoruz.
Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır.
 Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.
İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır.
 Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.
ŞEKER
İkinci büyük hata şeker
. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.
Peki şeker bir besin maddesi midir? 
Değildir.
Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?
Evet. Beyin glikozla çalışıyor.
Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
 
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. 
Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor. 
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?
Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü; 
insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da 
vücut kendisi üretiyor.
 
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. 
Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman 
tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz. 
Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.
O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu.
Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı.
 Fruktozdan zengin mısır şurubu.
Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli. Halbuki
mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu, 
aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre 
% 46 daha şişmanlatıcı.

Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum
 Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.
ÜÇÜNCÜSÜ İSE KARACİĞER YAĞLANMASI. Ama ne tür bir yağlanma?
Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor.
Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur.
 Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir.
 Yurttaşın iktidarı değildir...
Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. 
Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek
dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.
Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.
Bugün gıda sanayisinde 
sadece ve sadece 
aksi belirtilmediği takdirde 
mısır şurubu kullanılıyor. 
Dondurmalarda o kullanılıyor, 
hazır aldığınız baklavanın şerbeti 
bile mısır şurubundan.
Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın.
Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani;
insanın 
zarar görmeden günde tüketebileceği 
şeker miktarı 30 gram dolayındadır. 
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.
Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin.
 Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz.
 Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil.
Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzdeneşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazımyok. 
karın tipi şişmanlık
eşittir şeker hastalığı, 
eşittir kalp hastalığı, 
eşittir kanser.
O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.

- ESMER ŞEKER HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……
Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir.
 Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır.
 Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……
Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman 
karaciğer yağlanması açısından, 
o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.
Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- KOLESTEROLÜN KARACİĞER YAĞLANMASIYLA BİR İLGİSİ VAR MI?
- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.
Kolesterol masum bir maddedir. 
Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür 
ve damar sertliği yapar. 
Peki oksitleyen ne? 
Şeker.
Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;
ayçiçeği yağı, 
mısır özü yağı 
veya margarinden 
elde edilen trans yağ asitleri 
kolesterolü oksitler ve böylece 
damar sertliği oluşur.

Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor.
 Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.
yılda sadece kolesterol ilacı satımından
50 milyar dolar elde ediyorlar.
O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.
- HOCAM KIZARTMALARDA NE TİP YAĞ KULLANMAK GEREKİR?
- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.
- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır…

- BİR DİNLEYİCİNİN ELİNDEKİ PET ŞİŞEDEN SU İÇTİĞİNİ GÖREN HOCA,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.
O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş 
yani pet şişenin içindeki stalatlar 
suyun içine karışmış bulunuyor. 
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için 
antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır 
o da suyun içine karışıyor 
dolayısıyla siz hem stalat, 
hem de antimon içmiş oldunuz
şu anda.

Peki, ne yapar bunlar size? Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır.
Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur.
 İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor.
 İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir.
 Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.
Yani musluk suyu için Allah aşkına.
- ARITICILAR HOCAM?
- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.
Musluk suyu 
İstanbul’da kullandığınız 
plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 
100 kat iyidir.
İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız.
Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz.
Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken? Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.
- HOCAM BAZI YİYECEKLERİ PLASTİK POŞETLERE KOYUP BUZLUĞA ATIYORUZ . BU DA SAKINCALI MI?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.
Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı.
Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar.
Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor.
- YANİ HOCAM ÜÇGENİN İÇİNDE 5 Mİ YAZMASI LAZIM?
- Evet polipropilen
- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü.
Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.
Bu günlük de bu kadar…..
Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL
http://dogader.org/index.php/sagligimiz-icin/650-kansere-neden-olan-beslenme-aliskanliklarimiz

26 Kasım 2013 Salı

SAÇMALARDAN SEÇME HADİSLER



 SAÇMALARDAN SEÇME HADİSLER
YERYÜZÜNÜN ÜSTÜNDE OLDUĞU BALIĞIN CİĞERİ
Hadis: ?Yer yüzü balığın sırtındadır. Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecektir.?
Buhari 3/51
Kuran?ın dünyanın yuvarlaklığına, Dünya?nın, Güneş ve Ay?ın hareketlerine, uzayın yaratılışına dair mükemmel izahlarına karşı
 hadislerdeki dünyanın öküzün ve balığın üzerinde olduğu saçmalığını tevil edenler (yorumla geçiştirmeye çalışanlar),
 balığın ciğerinden yenmesini ve balığın sallanıp deprem yapmasını nasıl tevil edecekler?

 Bu konuya açıklık getirecek arkadaşlar lütfen şu konuya da açıklık getirsinler.
 Bir hadiste Arş?ın 8 dağ keçisinin sırtında olduğu söyleniyor.(Bakın Ebu Davut Sünnet 19, Tirmizi Hadis no: 3320, İbni Mace Mukaddime 193)
Bu dağ keçileri acaba nasıl keçilerdir? Ayrıca dağ keçilerinden bahseden hadiste yer ile gök arasının ya yetmiş bir, ya yetmiş iki, ya yetmiş üç yıllık mesafe olduğu geçiyor. Bu mesafe acaba yürüyerek yetmiş üç yıl mı, yoksa deve üstünde yetmiş üç yıl mı?

HZ. MUSA AZRAİL?İ TOKATLADI MI?
Hadis: Ölüm meleği Musa?ya gelerek: ?Rabbine icabet et? dedi. Bunun üzerine Musa ölüm meleğinin gözüne tokat vurarak onu çıkarttı. Melek hemen Allah?a dönerek ?Sen beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermişsin, o benim gözümü çıkardı? dedi.Sahihi Müslim 10/176 
 
Mantıkla hiç bağdaşmayan bu hadis aynı zamanda Hz. Musa?ya hakarettir.
 Allah?ın üstün ahlaklı bir Peygamber?i nasıl olur da ölümden kaçar.
 üstelik de meleğin gözünü kör edip ölümden kurtulur. 
Hiçbir yanlışı olmayan hadis kitabı diye tanıtılan Müslim?de ve diğer meşhur hadis kitaplarında bu hadis geçmektedir.
Bu hadisi doğru diye kitaplarına alanların hiç şüphesiz hiçbir hadisine de, hiçbir sözüne de güven olmaz.

YANGIN NASIL SÖNER
Hadis: ?Yangın gördüğünüzde tekbir getiriniz, zira tekbir (Allahuekber demek) onu söndürür.
Ramuzel Hadis
Ramuzel Hadis diğer hadis kitapları kadar ünlü değildir Fakat ülkemizde en çok satan hadis kitaplarından biri de bu kitaptır ve alıntıladığımız hadis gibi birçok hadisi içermektedir. Eğer bu hadisi birileri doğru kabul ederse itfaiye ekipleriyle beraber (Belki de itfaiye ekibi olmadan) tekbir getirecek bir koroyu da yangın yerine götürmeleri gerekirdi.

NE YAPTIN EY KEÇİ?
Hadis: ?Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe?nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran?dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir.?İbni Mace 36/194,Hanbel 3/61,5/131
Bu hadis ve taşlayarak öldürmeyi savunan diğer saçma hadisler dinimize büyük zarar vermişlerdir. Bu hadislerle:
1 Kuran?ın zina edenlerle ilgili hükmü iptal edilmektedir.
2 Kuran?ın hükmüne ilaveten yeni bir hüküm getirilmektedir.
3 Kuran?ın eksik olduğu iddia edilmektedir.
4 Kuran?ı eksiltenin bir keçi olduğu gibi bir saçmalık savunulmaktadır.
Kuran?ı yeterli kabul etmemenin sonucu
GEL DE ÇIK İŞİN İÇİNDEN!
Hadis: ?Kalbinde hardal tohumu kadar kibir bulunan cennete giremez. Yine kalbinde hardal tohumu kadar iman olan da cehenneme giremez.?
Buhari 81/51
Kişiyi en ufacık fiilinde cennete gönderen bir sürü hadis vardır. Kişiyi en ufacık bir fiilinde cehenneme gönderen de bir çok hadis vardır. Bu mantıksız yaklaşımlar kimi zaman yukarıdaki örnekte olduğu gibi tek bir hadiste de buluşabilmektedir.
Peygamber?e yapılabilecek en büyük hakaret bu hadisleri onun söylediğini söylemektir. Peygamber?in bize tek yazdırdığı, mesaj olarak Allah?tan getirdiği Kuran dinimizin tek kaynağıdır.
And olsun ki size hatırlatıcı bir kitap gönderdik. Hala aklınızı çalıştırmayacak mısınız
"Adem henüz su ile toprak arasında iken ben peygamber idim.? (Ahmed bin Hanbel, c. 4, s.127-128)
Ümmü Harâm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: ?Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: ?Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehit sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehit sevabı vardır?. (K.S. 1151 C.5 S.260 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd Cihad 10,(2493) )

EN DOĞRUSUNU BU AYET AÇIKLAMIŞ
Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır. /
(Yunus Suresi 100)
Bu ayetin muhatabı aklını kullanmayanlardır ,akla ve mantığa aykırı şeyler dinede aykırıdır

24 Kasım 2013 Pazar

BAŞ ÖRTÜSÜNÜN TARİHİ VE DİNİ YOLCULUĞU

BAŞ ÖRTÜSÜNÜN TARİHİ VE DİNİ YOLCULUĞU
SÜMERLERDE BAŞ ÖRTÜSÜ
Her yerde hep okuyoruz veya duyuyoruz, dünyaca ünlü Sümeroloğumuz Muazzez İlmiye Çığ başörtüsüne ait bir şeyler anlatıyor, başörtüsünün kaynağının Sümerli “kutsal fahişeler” olduğunu söylüyor.
 Konuyu sadece bu şekliyle biliyoruz. Konu günümüzden binlerce yıl önce bir Sümer şehri olan Nippur’da bulunmuş 10-15 cm büyüklüğünde çivi yazılı tabletler içinde bulunan SÜMERLİ LUDINGIRRA’nın yaşam öyküsünü anlatan 23 bölümlük tabletlerde geçmektedir.
Bu tabletler sanıldığı gibi tüm olarak değil kırık parçalar halinde bulunmaktadır. Bu tabletlerin bir kısmı Amerika, bir kısmı Avrupa ve bir kısmı da İstanbul Arkeoloji Müzesi arşivinde bulunmakta.
 Bu tabletlerin 18 no.lu olanında bu başörtüsü ve kutsal fahişelerden bahsedilmektedir. O ilgili kısımlar aşağıda sunulmuştur:
Rahibeler sıraya dizilmiş, bizleri şöyle bir gözlediler. Aralarında bir fısıldaşma oldu ve beş tanesi içlerinden ayrılarak bize doğru geldi. Her biri, birimizi seçerek elimizden tutup bu işler için ayrılmış olan aşk odaları denen odalara götürdüler. Ben rahibeleri kendimiz seçeceğiz zannetmiştim. Halbuki onlar sokak fahişeleri değildi ki… Bunlar Tanrıçamızın görevini üstlenen kutsal fahişelerdi, düşünememiştim o zaman . Onların başı Tanrı’nın gelini sayılır ve yüksek düzeydeki kadınlardan olur. Diğerleri, Tanrı’nın odalıklarıdır…………..
Başını örtü ile sarmıştı. Yanlarından siyah lüle lüle saçları görünüyordu. Birden aklıma geldi; kutsal fahişelerin sokakta başlarını örtmek zorunda olduğunu biliyordum. “Demek tapınağın içinde de
Yukarıdaki öykü Muazzez İlmiye Çığ’ın yayınlamış olduğu SÜMERLİ LUDINGIRRA (Kaynak Yayınları)adlı kitabının 109 no.lu sayfasından alınmıştır. Sümer medeniyeti hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler Samuel Noah Kramer’in TARİH SÜMER’DE BAŞLAR (Kabalcı Yayınevi) kitabından faydalanabilir. Sümerler hakkında tüm bilgileri Samuel Noah Kramer ve Muazzez İlmiye Çığ’ın ortak çalışmalarına borçluyuz. Ne mutlu ki Muazzez İlmiye Çığ gibi değerli bir bilim insanına sahibiz.
MABET FAHİŞELİĞİNİN DOĞUŞU VE BAŞÖRTÜSÜ GELENEĞİ
İnsanlığın varoluşundan beri kadın her zaman doğurganlığı sebebiyle ilgi odağı olmuştur. Bu çocuk doğurma yetisi, onların yaratıcı olarak tanımlanmasına sebep oluyordu. Bu yüzden onlar Ana Tanrıça olgusunu yarattı ve Ana Tanrıça’nın dünyadaki temsilcisi oldular.
Arkeolojik kazılarda hamile kadın heykelciklerinin çok sayıda bulunması bu yüzdendir. Bu heykelcikler Ana Tanrıçayı temsil eder. Bu süreç ilk yazılı belgelerin bulunduğu Sümerlere kadar gelir. (yaklaşık olarak M.Ö. 4.000-2.000).
Ana Tanrıça’nın ilk ve belirgin örneğini Mezopotamya’da Sümerlerde görüyoruz. Aşk ve Savaş Tanrıçası İnanna. İnanna ile ilgili çivi yazılı metinlerde “göğün kutsal fahişesi” olarak adı geçmektedir.
Örnek olarak İnanna ve kocası Dumuzi’nin aşkını anlatan çivi yazılı tabletten alınma yazıda, babası Enki’nin kızı için söyledikleri şöyledir :
Ne oldu?
Kızıma ne oldu?
İnanna ! Bütün ülkelerin kraliçesi,
Göğün kutsal fahişesi,
İnanna’ya ne oldu?
İnanna aynı zamanda fahişelerin de koruyucusudur. Ama tabletlerde kutsal fahişelik sokaklarda değil tapınaklarda yapılır deniyor.
İnanna’nın tanrıça olduğundan bahsettikten sonra gelelim Sümer mabetlerine. Sümer mabetlerinde rahipler ve rahibeler bulunur.
Rahibeler ise kendi aralarında 20’ye yakın sınıfa ayrılırlar. Mabetlerde rahibelik müessesi ilk olarak Ur şehrinde Akad kralı 1.nci Sargon’un kızı Enheduanna ile başlar.
 Daha sonra ise Sumer ve Akad’da hangi kral başa geçerse onun kızı bu göreve atanır ve bu gelenek M.Ö. 1800’lere kadar sürer.
Ana Tanrıça İnanna’ya adanan mabetlerde rahibelerin özel görevi genel kadınlık, yani fahişeliktir. Bunlar tanrıya hizmet etmiş sayıldıklarından kutsal olarak adlandırılırlar.
 Kutsal fahişelik görevinin en büyük amacı genç erkeklere ilk cinsel deneyimi yaşatmaktır. Bu yüzden bu rahibeleri sokak fahişelerinden ayrı tutmak gerekir. Daha sonra bu gelenek Babil ve Asurlulara geçmiştir. Her ne kadar Babil’de kızlar evlenmeden önce tapınak önlerinde bu görevi yapsa da Sümerlerde bakirelik çok önemli olduğundan sadece rahibeler kutsal fahişelik yapardı.
Rahibelerin nasıl kutsal fahişe olduklarını buraya kadar kısa bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Şimdi de gelelim başlarını başörtüsüyle kapama olayına.
Mabet fahişeliği kutsal bir görev sayıldığından bunu sadece gönüllüler yapardı, bunlar da diğer rahibelerden ve sokaktaki diğer kadınlardan ayrılmaları için başlarını başörtüsü ile bağlarlardı ve bu bir yasaydı.
Daha sonra M.Ö. 1600 yıllarında bir Asur kralının yaptığı kanunun 40. Maddesine göre bütün evli ve dul kadınların başlarını örtmesi, kız ve sokak fahişelerinin ise başı açık dolaşmaları emredilmiştir.
Şayet sokak fahişeleri başlarını örterse çok ağır ceza alıyorlardı. Mabet fahişeliği görevi daha sonra Babilliler ve Asurlular vasıtasıyla Kenanlılara oradan da İsraillilere geçmiştir. Ama Tevrat incelendiğinde bu geleneği kaldırmak için yapılan çabalar gözlenmektedir.
Ark. Kadir YILDIRIMSAL

TARİH BOYUNCA BAŞÖRTÜSÜ
TA­RİH kay­nak­la­rı ve ar­ke­olo­jik bul­gu­la­ra gö­re ka­dı­nın ba­şör­tü­süy­le bir­lik­te ör­tün­me­si ge­le­ne­ği­nin, İs­lam’dan bin­ler­ce yıl ön­ce Sü­mer, Urar­tu, Hi­tit, Es­ki Yu­nan ve Hint me­de­ni­yet­le­rin­de mev­cut ol­du­ğu bi­lin­mek­te­dir.
Mi­lat­tan ön­ce ev­li Ger­men ka­dın­la­rı­nın da yüz­le­ri­ni ört­mek­si­zin baş­la­rı­nı ört­tük­le­ri, ta­ri­hî kay­nak­lar­da ye­ri­ni al­mış­tır. Ay­rı­ca mev­cut ilahî ki­tap­lar ve ya­şa­nan ge­le­nek­te de bu şe­kil­de­ki ör­tün­me­ye şa­hit olun­mak­ta­dır.
Ta­bii ay­nı kay­nak­la­ra gö­re ör­tün­me­yen ka­dın­lar da mev­cut­tur.
 Gi­yim ko­nu­sun­da bi­li­nen en es­ki hukuki dü­zen­le­me, Ham­mu­ra­bî ve Or­ta Asur ka­nun­la­rın­da yer al­mış­tır.
Ka­nun met­ni­ne gö­re, ba­şör­tü­sü, so­ka­ğa çı­kan, baş­ka bir de­yiş­le ka­mu­sal ala­na gi­ren hür ka­dın­la­rın bir sem­bo­lü ola­rak ta­nım­lan­mış ve hukuki gü­ven­ce al­tı­na alın­mış­tır.
 Bu ka­nu­na gö­re ay­rı­ca kö­le ka­dın­lar ve fa­hi­şe­ler ke­sin­lik­le baş­la­rı­nı ört­me­ye­cek­ler­dir. Ba­şı açık ol­ma­sı zo­run­lu olan ka­dın­lar ör­tü­ne­rek bu ku­ra­lı ih­lal et­tik­le­rin­de on­la­rı gö­rüp ih­bar et­me­yen­ler­le bir­lik­te ce­za­lan­dı­rıl­mak­ta­dır­lar.

YAHUDİLİKTE BAŞ ÖRTÜSÜ
TEV­RAT’ta ka­dı­nın ba­şı­nı ört­me­siy­le il­gi­li doğ­ru­dan bir hü­küm yer al­ma­yıp yal­nız­ca ba­zı olay­la­rın hi­kâ­ye edil­di­ği me­tin­ler­de ba­şör­tü­sü ve pe­çe­ye atıf­ta bu­lu­nul­du­ğu gö­rü­lür.
Tev­rat’ta­ki ifa­de­le­re gö­re ba­şör­tü­sü­nün ge­nel ola­rak ken­din­den ön­ce­ki ge­le­ne­ğin bir de­va­mı şek­lin­de hür (say­gın ve soy­lu) ka­dın­la­ra ait bir sta­tü sem­bo­lü an­la­mı­nı ko­ru­du­ğu söy­le­ne­bi­lir.
Tev­rat’ın atıf­la­rı da­ha son­ra Ya­hu­di söz­lü ge­le­ne­ğin­de ba­şör­tü­sü­nün ka­tı ku­ral­la­ra bağ­lan­ma­sı için ye­ter­li ol­muş; bu­nun­la bir­lik­te ba­şör­tü­sü, say­gın­lı­ğın ya­nın­da if­fe­tin, pa­gan kül­tü­re kar­şı ta­vır alı­şın ve ka­dı­nın ko­ca­sı­na ai­di­ye­ti­nin de bir gös­ter­ge­si ola­rak an­lam­ca ço­ğal­mış­tır.
HIRISTİYANLIKTA BAŞ ÖRTÜSÜ
HI­RİS­Tİ­YAN­LIK, Ya­hu­di­lik­te ka­nun­la­şan uy­gu­la­ma­yı sür­dür­müş­tür.
Ba­şör­tü­sü İn­cil’de Pav­lus’un Ko­rint­li­ler’e yaz­dı­ğı bir mek­tup­la ye­ri­ni al­mış­tır. Bu met­ne gö­re ba­şör­tü­sü di­ğer ilahî din­le­rin me­tin­le­rin­de hiç­bir şe­kil­de bu­lun­ma­yan bir se­be­be, ka­dı­nın ya­ra­tı­lış­ça er­kek­ten aşa­ğı­da yer al­ma­sı­na bağ­lan­mış­tır.
 Bugün Ba­tı’da ve Ba­tı et­ki­sin­de­ki top­lum­lar­da ba­şör­tü­sü­nün ka­dı­nın kö­le­li­ği­ni/ikin­cil­li­ği­ni ve top­lum dı­şı­na iti­li­şi­ni ifa­de et­ti­ği şek­lin­de­ki yay­gın gö­rü­şün te­me­lin­de tam da bu İn­cil’de­ki yer alış bi­çi­mi­nin ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir.
ARAPLARDA BAŞ ÖRTÜSÜ
KUR’ÂN’ın nü­zu­lün­den ön­ce Arap top­lu­mu­na ge­lin­di­ğin­de ise baş­la­rı­nı yüz­le­riy­le bir­lik­te ve­ya yüz­le­ri açık ola­rak ör­ten ka­dın­lar ve er­kek­le­rin ya­nın­da az sa­yı­da da ol­sa ört­me­yen­le­re de rast­lan­mak­ta­dır.
 Mo­dern dö­ne­me ka­dar ge­le­nek­sel top­lum­la­rın he­men hep­sin­de ka­dın­la­rın ya­nın­da er­kek ve ço­cuk­la­rın da baş­la­rın­da çe­şit­li şe­kil­ler­de baş­lık ve ör­tü bu­lun­du­ğu ha­tır­lan­ma­lı­dır.
 Esa­sen ba­şın tü­müy­le açık olu­şu sa­de­ce ka­dın­lar için de­ğil tüm in­san­lar için nev­zu­hur bir du­rum­dur.
Arap top­lu­mun­da İZAR (ETEK), DIR (EL­Bİ­SE) gi­bi giy­si­le­rin üze­rin­de ba­şa ör­tü­len, ör­tün­me şek­li ve bü­yük­lü­ğü­ne gö­re çe­şit­li isim­ler alan baş ör­tü­le­ri mev­cut­tur.
 Bu ör­tü tür­le­rin­den Kur’ân met­nin­de yer alan­lar, “Hİ­MAR” VE “CİL­BAB”TIR.
 Hİ­MAR, yüz açık ola­rak gi­yi­len bir ba­şör­tü­sü­dür;
CİLBAB: bu ba­şör­tü­le­rin en bü­yü­ğü olan cil­bab ise bir şal gi­bi tüm giy­si­le­rin üze­ri­ne sa­lın­mak­ta ve çe­şit­li uzunluklarda ola­bil­mek­te­dir.
Dö­ne­min Arap top­lu­mun­da ge­nel ola­rak ata­er­kil bir ya­pı mev­cut­sa da be­lir­gin sos­yal ta­ba­ka­laş­ma ay­rı­mın er­kek-ka­dın ola­rak ya­pıl­ma­sın­dan zi­ya­de asil-kö­le ola­rak ya­pıl­ma­sı­na yol aç­mış­tır. Bu­na gö­re aris­tok­rat ka­dın­lar dü­şük se­vi­ye­li ka­bi­le er­kek­le­rin­den ve kö­le­ler­den da­ha faz­la nü­fu­za sa­hip­tir.
 Ca­ri­ye ve kö­le­ler en dü­şük sta­tü­de yer al­mak­ta, hukuki uy­gu­la­ma­lar­da mül­ki­ye­te tâ­bi ol­duk­la­rın­dan bir mal ile eşit de­ğer­de tu­tul­mak­ta­dır­lar.
Ca­ri­ye­ler fu­huş yap­ma­ya zor­la­na­bi­lir­ken; bu, hür ka­dın­lar­dan ke­sin­lik­le bek­le­nen bir du­rum de­ğil­dir. Ay­rı­ca bu dö­nem­de top­lum­sal ri­tü­el­ler­le be­lir­len­miş çe­şit­li ni­kâh şe­kil­le­ri mev­cut­tur ki bun­lar fu­huş bi­le sa­yıl­ma­mak­ta­dır.
 Nes­lin ka­rış­ma­sı­na yol açan bu tür iliş­ki­ler, Kur’ân’ın, na­zil ol­ma­ya baş­la­dı­ğı ilk yı­lın­dan iti­ba­ren or­ta­dan kal­dır­ma yö­nün­de üze­rin­de dur­du­ğu ko­nu­lar­dan ol­muş­tur.
Bu dö­nem­de ca­ri­ye ve ha­fif meş­rep ka­dın­lar cil­bab kul­lan­ma­mak­ta,
 hi­mar kul­la­nan­lar ise uç­la­rı­nı ar­ka­la­rı­na sa­la­rak de­kol­te­le­ri­ni açık bı­ra­ka­bil­mek­te­dir.
Dö­ne­me ait giy­si ta­rif­le­ri­ne gö­re el­bi­se­le­rin ya­ka kı­sım­la­rı ol­duk­ça açık­tır, bu ne­den­le gö­ğüs­le­rin bir kıs­mı da gö­rü­le­bil­mek­te­dir.
Hür ka­dın­lar ise ge­nel ola­rak ör­tü­lü­dür­ler. Bu uy­gu­la­ma ör­tün­me­nin, Or­ta Asur ka­nun­la­rın­da ye­ri­ni bu­lan, Tev­rat ve İn­cil’de işa­ret edi­len hür­lük/say­gın­lık yö­nü­nün de­va­mı ni­te­li­ğin­de gö­rün­mek­te­dir.

KURANDA BAŞ ÖRTÜSÜ
Ka­dı­nın ör­tün­me­sin­den söz eden Kur’ân ayet­le­ri Ah­zab ve Nur su­re­le­rin­de yer alır.
 Bu iki­si ara­sın­da ön­ce na­zil olan Ah­zab Su­re­si’nde­ki ayet­ler­dir ki bun­lar Kur’ân’ın nü­zu­lü­nün 17., hic­re­tin 5. yı­lın­da Hen­dek Sa­va­şı’nı ta­kip eden ay­da gel­miş­tir.
Söz ko­nu­su aye­tin an­la­şı­la­bil­me­si, dö­ne­min şart­la­rı­nın bi­lin­me­si ve aye­tin bir­lik­te na­zil ol­du­ğu di­ğer ayet­ler­le beraber okun­ma­sı­na bağ­lı­dır.
 Ah­zab Su­re­si 59. ayet şöy­le­dir:
Ey Pey­gam­ber, eş­le­ri­ne, kız­la­rı­na ve ina­nan­la­rın ka­dın­la­rı­na söy­le, cil­bâb­la­rı­nı üst­le­ri­ne sal­sın­lar, on­la­rın ta­nın­ma­sı ve in­ci­til­me­me­si için en el­ve­riş­li olan bu­dur. Al­lah çok ba­ğış­la­yan, çok esir­ge­yen­dir.
”Aye­tinnü­zul se­be­bi, tef­sir, ha­dis ve ta­rih kay­nak­la­rı­nın an­la­tı­mı­na gö­re şöy­le­dir:
Üze­ri­ne cil­bab alan ka­dın­lar ‘hür’, al­ma­yan­lar ‘ca­ri­ye’dir.
Kö­tü ni­yet­li er­kek­ler hür ka­dın­la­ra her­han­gi bir say­gı­sız­lık ya­pa­maz­ken, ca­ri­ye­le­re söz­lü ve­ya fii­lî ta­ciz­de bu­lu­na­bil­mek­te­dir­ler. Özel­lik­le ge­ce vak­ti cil­ba­bı­nı al­mak­sı­zın dı­şa­rı çı­kan hür bir ha­nım ta­nın­ma­dı­ğın­dan, ca­ri­ye ol­du­ğu zan­nıy­la ta­ci­ze ma­ruz ka­la­bil­mek­te­dir.
 İş­te bu ayet, hür ka­dın­la­rın do­ku­nul­maz­lı­ğı­nı sağ­la­ma­ya yö­ne­lik ola­rak, câ­ri olan cil­bab ge­le­ne­ği­nin uy­gu­lan­ma­sı­nı is­te­miş­tir.
Be­lir­til­di­ği gi­bi bu ge­le­nek Kur’ân ön­ce­si uzun bir geç­mi­şe sa­hip­tir. Hür-ca­ri­ye ay­rı­mı­nı esas ala­rak hür ka­dın­la­ra do­ku­nul­maz­lık sağ­la­yan bu aye­te da­ya­na­rak, bu­gün Müs­lü­man ka­dın­la­rın çar­şaf vb. to­puk­la­ra ka­dar uza­nan yek­pa­re bir giy­siy­le ör­tün­me­si ge­re­ği­ni çı­kart­mak aye­ti ken­di bağ­la­mın­dan ko­par­mak an­la­mı­na ge­le­cek­tir.
Bu ayet­ten yak­la­şık bir yıl son­ra ge­len
NUR SU­RE­Sİ 31. AYET İSE ŞÖY­LE­DİR:
 Mü­min ka­dın­la­ra da söy­le: ‘Göz­le­ri­ni sa­kın­sın­lar, ırz­la­rı­nı ko­ru­sun­lar.
 Ziy­net­le­ri­ni gös­ter­me­sin­ler.
An­cak ken­di­li­ğin­den gö­rü­nen­ler ha­riç.
 Ba­şör­tü­le­ri­ni (hu­mu­ri­hin­ne) ya­ka­la­rı­nın üze­ri­ne koy­sun­lar.
 Ziy­net­le­ri­ni kim­se­ye gös­ter­me­sin­ler.
 Yal­nız ko­ca­la­rı­na ya­hut ba­ba­la­rı­na ya­hut ko­ca­la­rı­nın ba­ba­la­rı­na ya­hut oğul­la­rı­na ya­hut ko­ca­la­rı­nın oğul­la­rı­na ya­hut kar­deş­le­ri­ne ya­hut kar­deş­le­ri­nin oğul­la­rı­na ya­hut kız kar­deş­le­ri­nin oğul­la­rı­na ya­hut ka­dın­la­rı­na ya­hut el­le­ri­nin al­tın­da bu­lu­nan­la­rı­na ya­hut ka­dı­na ih­ti­ya­cı bu­lun­ma­yan er­kek­ler­den tâ­bi­le­ri­ne ya­hut he­nüz ka­dın­la­rın mah­rem yer­le­ri­ni an­la­ma­yan ço­cuk­la­ra.
 Giz­le­dik­le­ri süs­le­ri­nin bi­lin­me­si için ayak­la­rı­nı vur­ma­sın­lar’.
Ey mü­min­ler, top­lu­ca Al­lah’a tev­be edin ki fe­lâ­ha ere­si­niz.”
Tef­sir, ha­dis ve ta­rih kay­nak­la­rı­na gö­re dö­ne­min ka­dın­la­rı za­ten ba­şör­tü kul­lan­mak­ta, an­cak ba­zı ka­dın­lar bun­la­rı sırt­la­rı­na sa­la­rak de­kol­te­le­ri­ni açık bı­rak­mak­ta, bu gi­yim tarz­la­rıy­la da ca­ri­ye­le­re ben­ze­mek­te­dir­ler.
Bir ri­va­ye­te gö­re Hz. Ai­şe ba­şör­tü­le­ri­nin sağ uç­la­rı­nı ön­le­rin­den ge­çi­rip sol omuz­la­rı­na ata­rak ör­tün­dük­le­ri­ni be­lirt­miş­tir. Bu aye­tin nü­zul se­be­bin­den an­la­şıl­dı­ğı ka­da­rıy­la ba­zı ka­dın­lar için ken­din­den ön­ce ge­len Ah­zab Su­re­si 59. aye­tin tav­si­ye­si ye­ter­li ol­ma­mış gö­rün­mek­te­dir.
 Bu ayet­le sırt­la­ra sa­lı­nan ba­şör­tü (hi­mar) uç­la­rı­nın el­bi­se ya­ka­la­rı­nın üze­ri­ne ör­tül­me­si is­ten­miş ve de­kol­te­le­ri­ni kim­le­re gös­te­re­bi­le­cek­le­ri be­lir­til­miş­tir.
Ay­rı­ca aye­tin ba­şın­da ge­çen “göz­le­rin sa­kı­nıl­ma­sı, ırz­la­rın ko­run­ma­sı” bu ayet ön­ce­sin­de­ki 30. ayet­te er­kek­ler­den de is­te­nen bir du­rum­dur.
Ta­be­rî, İbn Ebî Hâ­tim, Cas­sâs, Ze­mah­şe­rî gi­bi ilk dö­nem mü­fes­sir­le­rin tef­sir­le­ri, ge­rek bu dö­ne­mi an­la­tan ta­rih ki­tap­la­rı, ge­rek­se ha­dis ri­va­yet­le­ri­ne şöy­le bir göz atıl­dı­ğın­da da­hi ba­şör­tü­sü­nün ken­din­den ön­ce ol­du­ğu gi­bi o dö­nem­de de kul­la­nıl­dı­ğı, Kur’ân’ın yön­len­dir­me­siy­le kul­la­nı­mı­na bir çe­ki­dü­zen ve­ril­di­ği gö­rü­le­bi­lir.
Aye­tin yo­rum­lan­ma­sın­da ilk ve kla­sik dö­nem tef­sir­le­rin­de it­ti­fa­ka ya­kın bir du­rum söz ko­nu­su iken;
gü­nü­müz­de mü­fes­sir ola­rak ni­te­len­di­ri­le­me­ye­cek ba­zı yo­rum­cu­la­rın, aye­tin“Ziy­net­le­ri­ni gös­ter­me­sin­ler. An­cak ken­di­li­ğin­den gö­rü­nen­ler ha­riç. Ba­şör­tü­le­ri­ni ya­ka­la­rı­nın üze­ri­ne koy­sun­lar.”
kıs­mı ile il­gi­li ola­rak or­ta­ya at­tık­la­rı yo­rum­lar tar­tış­ma­la­ra ne­den ol­mak­ta­dır. Bu yo­rum­la­rın or­tak özel­li­ği, ayet­le­rin, ge­le­nek­sel yo­rum yön­te­min­den fark­lı ola­rak ta­rih­sel bağ­la­mın­dan ve bu bağ­lam­da kul­la­nı­lan dil­den ko­pa­rı­la­rak yo­rum­cu­nun için­de bu­lun­du­ğu sos­yo-kül­tü­rel ve psi­ko-sos­yal şart­la­rın iti­ci gü­cüy­le, salt me­tin­sel­ci bir oku­may­la yo­rum­lan­mış ol­ma­sı­dır.
İti­ci güç­le­rin fark­lı­lı­ğı, hem Kur’ân’ın na­zil ol­du­ğu dö­nem­den hem de bir­bi­rin­den çok fark­lı, zıt de­ni­le­bi­le­cek öz­nel yo­rum­la­rın or­ta­ya çık­ma­sı­na ne­den ol­muş­tur.
Ör­ne­ğin, bu yo­rum­lar­dan bi­ri­ne gö­re, ayet­te, ör­tül­me­si is­te­nen yer gö­ğüs ol­du­ğun­dan, ba­şın ka­pa­tıl­ma­sı­na da­ir bir ifa­de yer al­ma­mak­ta­dır.
Bu­ra­da yo­rum­cu “hi­mar-hu­mur” söz­cük­le­ri­ni, ko­nuy­la il­gi­li ri­va­yet­le­ri, mü­fes­sir ve­ya fa­kih­le­rin gö­rüş­le­ri­ni hat­ta atıf­ta bu­lun­du­ğu söz­lük­le­ri dik­ka­te al­mak­sı­zın, tek ve ge­nel kök an­la­mıy­la “ör­tü” ola­rak al­mış ve bu­nun­la göğ­sün ör­tü­le­ce­ği­ni be­lirt­miş­tir.
Ko­nuy­la il­gi­li çok sa­yı­da­ki ha­dis ri­va­ye­ti­ni dik­ka­te al­ma­yan, bu ri­va­yet­le­ri, kla­sik tef­sir­le­ri, ge­le­ne­ğe ait tüm eser­le­ri ve bin­ler­ce yıl­dır ya­şa­yan ge­le­ne­ği tü­müy­le “bi­lim dı­şı, hu­ra­fe” ola­rak de­ğer­len­di­ren yo­rum­cu, “er­kek­ler­le ka­dın­la­rın ay­nı kap­tan ab­dest al­ma­la­rı” ile il­gi­li ri­va­ye­ti (mü­te­va­tir ola­rak ni­te­ler),hi­mar” söz­cü­ğü­nün kök an­la­mıy­la bir­lik­te aye­tin tek tef­sir kay­na­ğı ola­rak kul­lan­mak­ta­dır. Yo­rum­cu “bi­lim­sel” bul­du­ğu bu tek yo­ru­mun ri­va­ye­ti­nin, mü­te­va­tir olup ol­ma­dı­ğı­nı (ki ahad ha­ber ol­du­ğu söy­len­miş­tir), ha­dis­te ge­çen ka­dın­lar­la er­kek­le­rin bir­bi­ri­nin mah­re­mi ola­bi­le­cek­le­ri­ni, su ka­bı­nı kul­lan­ma sı­ra­sı­nın yanı sıra ka­bın bü­yük­lü­ğü ve kaç ki­şi­nin bu­lun­du­ğu­nun da bi­lin­me­di­ği­ni dik­ka­te ala­rak bi­lim­sel(!) bir ça­lış­ma­da bu­lun­muş mu­dur?
Aye­tin “ken­di­li­ğin­den gö­rü­nen­ler ha­riç” (açık­ta bı­ra­kı­la­bi­le­cek alan) kıs­mı­nı, kla­sik tef­sir ve fı­kıh kay­nak­la­rın­dan ödünç alı­nan “örf: el-‘âde­tu’l-câ­riy­ye” (uy­gu­la­na­ge­len ge­le­nek) esa­sı­nı kul­la­na­rak “alı­şıl­mış açık­lık” ola­rak ta­rif edip tüm mo­dern gi­yim­le­ri (sa­hil­le­rin yaz gi­yim­le­ri dâ­hil) bu kap­sa­ma alı­ver­mek de aye­ti tüm bağ­lam­la­rın­dan ko­pa­rıp ha­va­da ası­lı bir me­tin ola­rak de­ğer­len­dir­me­nin bir ne­ti­ce­si ol­sa ge­rek­tir.
 Örf, uzun bir za­man di­li­mi içe­ri­sin­de ve vah­yin de et­ki­siy­le Müs­lü­man top­lu­mun bü­yük ke­si­mi ta­ra­fın­dan yoğ­ru­la­rak or­ta­ya çık­mış du­rum­lar için kul­la­nı­la­bi­lir; ki ayet ta­ra­fın­dan da teş­vik edi­len bin­ler­ce yıl­dır de­vam eden ka­dın gi­yi­mi, ken­di coğ­ra­fi-kül­tü­rel özel­lik­le­ri­ni yan­sı­tan çe­şit­li­lik­te­ki ba­şör­tü­lü ka­dın gi­yi­mi­dir.
Tü­ke­ti­min kö­rük­len­me­si­ni sağ­la­yan öz­gür­lük söy­lem­le­ri ve mo­da­nın et­ki­siy­le sü­rek­li de­ği­şik­lik gös­te­ren ve­ya te­pe­den in­me bir dev­rim­le top­lu­ma da­ya­tı­lan bir gi­yim tar­zı­nın (ya­şam bi­çi­mi­nin) Müs­lü­man top­lu­mun iç­sel­leş­tir­di­ği (içi­ne sin­dir­di­ği) “örf” kap­sa­mın­da ele alı­na­ma­ya­ca­ğı çok açık­tır.
Bedriye Yılmaz-Anlayış dergisi
"KURAN'DA BAŞÖRTÜSÜ FARZ DEĞİL"
 Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, İslam  dininde başörtüsünün yeri olmadığını ve Kuran'da da başörtüsünün farz olduğuna dair herhangi bir ayetin bulunmadığını ileri sürdü.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün Yahudilikte bir gelenek olduğuna dikkat çekerek, Yahudi geleneğinin İslam’ı etkilediğini iddia etti.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün İslam dininin bir emri olmadığını savunarak, bu konuda şu görüşleri ileri sürdü:
“Dini temeller bakımından başörtüsü, kesinlikle dinin bir emri, ya da farz ibadeti değildir.
İnançla da ilgili uygulanan bir ibadet olmadığı halde, sanki dini bir emirmiş ve farzmış gibi yansıtılıyor. Başörtüsü takılmadığı takdirde de, dini yönden büyük cezaları varmış gibi hareket ediliyor. 

Burada, siyasi ve sosyal anlamda çözüme ilişkin kamusal bir dinsellik yaratılmıştır.
 Normalde baş örütüsü ile ilgili olduğu belirtilen ayetlerde Nur Suresi 30,31, 33. Ahzab Suresinin 59’uncu ayetlerinde, sadece bir tanesinin baş örtüsü ile ilgili olduğu iddia ediliyor. O da Arapların, İslam öncesinde başlarına taktıkları örtünün çeki düzeni ile ilgili bir ayettir. Daha önce Arap kadınlarının göğüsleri ve pek çok bölgeleri açıktı.
Hatta Kabe’yi bile çıplak tavaf ederlerdi. Çıplak tavaf etmenin bir fazilet olduğunu düşünürlerdi. Örtünme ayetleri, gerek kadının, gerekse erkeğin her ikisine birden geçerlidir.
Temel, kaba avret yerlerinin açık olmasından dolayı toplum içinde hoş karşılanmayan kaba avret yerlerinin (ön ve arkalarını) ve kadınların göğüslerinin örtülmesine yönelik emirlerdir.
Ama son dönemlerde başörtüsü siyasallaştığı için, kamusal bir dinsellik yaratıldığından dolayı, insanın temel örtünmesine ilişkin ayetleri, tamamen başörtüsü simgesinde toplamışlar ve bunun bir farz ve emir olduğu söylenmiştir.
BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK VE KADINA ÖZGÜRLÜK’, TAMAMEN SİYASİ VE SOSYOLOJİK BİR HADİSEDİR. BAŞÖRTÜSÜNÜN FARZ OLDUĞUNU KİMSE İDDİA EDEMEZ.”

‘KURAN’DA BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL, HIMAR GEÇİYOR’
Kuran da başörtüsü ifadesinin yer almadığını savunan Doç. Dr. Filiz, “Kuran-ı Kerim’de sadece ‘Hımar’ kelimesi giçiyor. ‘Hımar’ kelimesi, normal bir örtüyü ifade etmektedir. Başörtüsünü değil.
 Giysi sıkıntısının çekildiği, hatta çıplak ibadet edildiği dönemde, Kuran’ı Kerim’in söylediği şuydu: ‘Nasıl Hz. Adem ile Havva’nın cennet açıldığında ön ve arkaları açılınca, doğal olarak, kendi yaratılışları icabı örtündülerse, siz de öyle örtünün’ demektedir. Yoksa başınızı, saçınızı örtün, örtmediğiniz takdirde yaptığınız haramdır anlamına gelmez.” dedi.

‘KADININ İNSAN OLDUĞUNU HAZMEDEMEDİK’
Doç. Dr. Filiz, “Başörtüsü söyleminin arkasında yatan unsur; İslamın, insana ve kadına vermiş olduğu hak ve şeref payesini, henüz İslam  toplumu içine sindirebilmiş değildir. 

Kadını, insan diye görmeyen kültürden gelen müslümanlar, henüz daha islamın, kadını insan olarak görmesi emrini hazmetmiş değiller.
Hala daha akademik seviyede bile cariyeler ve hür kadınlar şeklinde ayrımlar vardır.
Hatta, deniyor ki, “Hür kadınlar örtünür de, cariyeler örtünmez.’ Peki “kim bu cariyeler”, denince,buna cevap yok.
 Burada başörtüsünün, belirli sınıfa ait hür kadınların, bir simgesi olarak gösterilmesi ve başını açanların ise kadın bile sayılmadığı söylemleriyle karşılaşıyoruz ” dedi.
Hz. Muhammed’in de başörtüsü ile ilgili net bir hadisinin bulunmadığını belirten Filiz, başörtüsü ile ilgili olan rivayetlerin birbiri arasında çelişki içerdiğini söyledi.

‘YAHUDİ GELENEĞİ İSLAM’I ETKİLEDİ’
Başörtüsünün Yahudi geleneği olduğunu da anlatan Doç. Dr. Filiz, Tevrat ve Talmud’da başörtüsü ile ilgili ayetlerin bulunduğunu belirterek şunları söyledi:
“Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde, ‘Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur. İffet ve namusun korunmasının ölçüsü baş örtüsüdür. Baş çirkindir, örtülmesi gerekir. Başörtüsüz hiçbir kadın dışarı çıkmamalıdır’ denilmektedir. Yahudi geleneği direkt olarak İslam’ı etkilemiştir. Yoksa İslam’da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir. İslam’da, oruç tutmadığınızda, tutmadığınız oruçu ya sonradan tutarak telafi edersiniz, ya da parasını ödersiniz.
Başörtüsü, örtemeyenler ile ilgili kesin bir ceza yoktur.
 76 tane temel farzdan bahsedilmektedir. Bu 76 farzda kesinlikle başörtüsü geçmemektedir.
Kesin bir dini emir diyeceksiniz ve yapmayan hakkında da bunun bir cezası yok diyeceksiniz.
Allah ile kul arasında diyeceksiniz.
Allah ile kul arasında ise, kamusal alana dinsellik taşınmak isteniyor. Dinsel kanıtlarda dil oyunu yapılıyor.”
İsmail  AKAYA / HÜRRİYET