10 Kasım 2014 Pazartesi

ATATÜRK‘ÜN SON SÖZÜ AÇIKLANDI!







































ATATÜRK‘ÜN SON SÖZÜ AÇIKLANDI!
Ne dedi? Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ALİ GÜLER, Atatürk'ün ölmeden önce SON SÖZÜNÜN "ALEYKÜMESSELAM" olduğunu söyledi.


ATATÜRK'ÜN SON SÖZLERİ "ALEYKÜMESSELAM"
Yrd. Doç. Ali Güler, Atatürk'ün pek bilinmeyen son günlerini Vatan gazetesine anlatarak, Atatürk'ün ölmeden önce son sözünün "Aleykümesselam" olduğunu söyledi.

İŞTE ALİ GÜLER'İN ANLATIMIYLA ATATÜRK'ÜN SON GÜNLERİ;
Atatürk'ün hastalığı ilk olarak 1938 Ocak ayında Yalova'da belirti verdi. Kanamalar ve kaşıntılar başladı. Doktorlar sirozdan şüpheleniyorlar. Fransızlar Hatay meselesinin çözümünde geri adım atar endişesiyle hastalığı duyurulmuyor. Programını aksatmıyor. Hatta hastayken Mersin seyahatinde askeri birlikleri bile denetliyor.


ZEHİRLENMEDİ
Atatürk iddia edildiği gibi Mason doktorlar tarafından civalı ilaç verilerek zehirlenmedi. O dönem civalı Saligran adlı bir idrar söktürücü kullanıyordu. Araştırmalarımda gördüm ki 1950'ye kadar civasız bir diüretik yok. Tıp alemi böyle bir ilaçla daha tanışmamış bile.

ÖLÜM NEDENİ KANLI KARACİĞER İLTİHABI
Atatürk'ün ölüm sebebi siroz denilen kanlı karaciğer iltihabı. Doktor raporlarına nedeni Alkol kullanması. Ani bir şekilde ölmediği için otopsiye gerek görülmemiş

GECE ÖLMEDİ
Atatürk'ün ölüm anının gece olduğu ancak tören yapılamayacağı gerekçesiyle 09.05 olarak ilan edildiği iddiası doğru değil. Son dönemi dakika dakika raporlandı

"VEFAT EDENE KADARKİ 38.5 SAAT KONUŞMADI"
Atatürk'ün son komaya girişini Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anlatıyor.

Özel hekimi Prof. Dr. NEŞET ÖMER İRDELP
ATATÜRK'TEN DİLİNİ UZATMASINI İSTİYOR ama Atatürk dilini içeri çekiyor. Kafasını sağa çevirip, biriyle konuşur gibi "Aleykümesselam" diyerek  8 Kasım 1938 saat 19.00'da komaya giriyor. Vefat edene kadarki 38.5 saat boyunca konuşmuyor.

"AZRAİL'E SELAM VERDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM"
Ben Nahl Suresi 32'inci ayet ve Vakıa Suresi 91, 92'inci ayetlerde anlatılan inançlı bir insanın ölüm anının gerçekleştiğine inanıyorum.
Kuran-ı Kerim'de anlatıldığı gibi Atatürk'ün ruhunu almaya gelen Azrail'e selam verdiğini düşünüyorum." ifadesinde bulundu.
İlker Akgüngör / Vatan
http://www.haberatesi.com.tr/yasam/ataturkun-son-sozunu-aciklandi-ne-dedi-h2932.html


ATATÜRKÜN ÖLÜRKEN SÖYLEDİĞİ SON SÖZ (Kılıç Ali’nin Anıları Sh 659. Hulusi TURGUT)

İnsanın karşılaşacağı ölüm gerçeğinin son saniyeleri geldiğinde, o sırada yanında bulunanlardan Dr. Neşet Ömer bey “Dilinizi göreyim efendim. Lütfen dilinizi dışarıya doğru çıkartın” diye telaşlanırken, Atatürk, Dr. Neşet Ömer beye bakarak “VE ALEYKÜM SELAM” diyerek gözlerini kapatmıştır.”
(Kılıç Ali’nin Anıları Sh 659. Hulusi TURGUT)

Peki, o sırada Atatürk’ün yanında bulunanlar telaş ve çaresizlik içerisinde kıvranırlarken ve hiç gereği yokken Atatürk’ün “VE ALEYKÜM SELAM” demesinin anlamı ne olabilir diye bir soru akla gelebilir.
İşte Kur’an’ın söyledikleri:

İyiliklerini içeren kitabı sağ tarafından verileceklere, melekler: ‘SELAMÜN ALEYKÜM derler.''

(Vakıa Suresi 90,91)


5 Kasım 2014 Çarşamba

ATATÜRK UYARIYOR: İÇ DÜŞMANLARIMIZ



ATATÜRK UYARIYOR: İÇ DÜŞMANLARIMIZ

İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal...

Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu "ben" kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.

O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!


Bu yazıda Mustafa Kemal, milletimizin iç düşmanlarını tanıtıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal tamamlıyor, yorumluyor ve güncelliyor.
MİLLİ MÜCADELE’DE KARŞIMIZDA İKİ DÜŞMAN VARDI
Biz Milli Mücadele’de iki sınıf düşmanla karşılaştık. Biri dış düşmanlarımız: İstilacı-sömürgeci Batı ülkeleri; diğeri iç düşmanlarımız, onlarla işbirliği yapan fesat güçleri: Padişah, Saray ve Babıâli... Bu ikinciler düşmanla birlik olup millete karşı harekete geçmişlerdi. Kullandıkları temel hıyanet aracı, ne yazık ki İslam’dı.

BİRİ EMPERYALİZM, DİĞERİ İÇİMİZDEKİ HAİNLERDİ

İşte, ben ve arkadaşlarım zulme karşı bu iki cephede mücadele ettik: Bir yandan istilacı Emperyalizm’le, despotizm zulmüyle mücadele ettik; bir yandan da içerdeki hainlerle, namussuzlarla, karanlıkla ve eğitimsizlikle mücadele ettik, “Allah ile aldatma” gibi bilgisizlik zulmüyle mücadele ettik.

MİLLETİMİZ, BUNLARIN KÖTÜLÜKLERİNE KARŞI KOYMAYA ÇALIŞIYORDU

Büyük çoğunluğu rençber ve köylü olan milletimiz, Batı’nın emperyalizm ve kapitalizm mahkûmiyetinden kendini kurtarabilmek için bunlara karşı birleşmiş olarak mücadeleye karar verdi ve bu kararını uyguladı. Ülke ve milletimiz her taraftan emperyalist ve kapitalistlerin hücumlarına maruz bulunmaktaydı. Aynı şekilde fiilen bunlara iştirak eden İstanbul hükümetinin padişahına atfen ülke dahilinde çıkarılan karışıklıklardan doğan yerel anlaşmazlıklara da karşı koymak zorundaydı.

DÜŞMANLIKLARI LOZAN’DAN SONRA DA DEVAM ETTİ

Cumhuriyetimiz Lozan’dan sonra da kendi haline bırakılmadı: Nasıl emperyalizm ve kullandığı çeşitli isyanlar daha Kurtuluş Savaşı sırasında devrimi hırpalamaya, başarısını engellemeye çalışmışsa, ondan sonra da birtakım iç isyanlar, dış gailelerle genç cumhuriyetin temelini sarsmaya gayret ettiler.
 AYNI FELAKETLERLE BUGÜN DE KARŞI KARŞIYAYIZ
Yıllarca zayıf ve kararsız hükümetlerin yönetiminde yaşadık. Bu zayıf ve kararsız hükümetler ki emperyalizmin baskılarına boyun eğerek iç kuvvetlerin gelişmesini kısıtladılar. Ya emperyalizmin, iktidarların önemli şahsiyetleriyle içte ve dışta ilişki kurarak, millete telkin edip durduğu açık ve doğru olmayan umutlar?... Bütün bunlar, tıpkı Millî Mücadele yıllarında olduğu gibi Türkiye’nin kuşatılmasını ve içerden çökertilmesini amaçlamıyor mu? Benim saptamalarım o kadar doğru ve yerindedir ki, yalnız o dönemdeki iç isyanları, siyasal kargaşalıkları, yönetimi zayıf düşüren silahlı eylemleri değil, bugünkü anarşiyi, tırmanan terörizmi ve yaygınlaşan bölücülük faaliyetlerini de açıklamaktadır.

Emperyalizm Ve İşbirlikçileri Bugün de Aynı Şekilde Çalışıyor

Benim o zaman, emperyalizmin, ülkeyi çökertmek için başvuracağı çarelere ilişkin söylediklerim bugün de geçerli: Yeni Türkiye, içinden oyularak çökertilmek isteniyor, yine siyasal kargaşa çok iyi bir araç olarak kullanılıyor, yine emperyalizm bu araçtan ve bazı makamların kesin teslimiyet taraftarlığından istifade ederek çalışıyor.
Sizi Nutuk’ta uyardım, ah o iç bedhahlar, o iç düşmanlar!… Onlar millî birliği ihlal ve ülkeyi
 İÇ DÜŞMANLAR DIŞ DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ YAPAN HAİNLERDİ
parçalanmaya götürmek için, düşman emellerine âlet olanlardı. Onlar İngilizlerin satın aldığı, milleti birbirine düşürmek maksadını güden hainlerdi; halkı aldatmak için türlü yalanlar söylüyorlardı. Düşman istilasına uğramış vatanımızı savunanları, din ve milletin şerefi için kan döken kardeşlerimizi arkadan vurmak ve vurdurmak isteyen alçaklardı.
ONLAR VİCDANSIZ, ÇIKARCI, VATANSIZ, HALK DÜŞMANLARIDIR
Onlar vicdan yerine düşman parası taşıyan alçak şahıslardır. Onlar birtakım eli kanlı, muhteris, vatansız adamlardır ki bugün de aranızdadır. Sırf çıkar temini amacıyla yabancı parmağı ve parasıyla, millî varlık ve bağımsızlık için, ülke namusu için mücadele eden milletin evlatlarını birbirine kırdırmaya çalışırlar. Allah’ın laneti düşmana yardım eden bu hainlerin üzerine olsun.
DAVAMIZ BÜYÜKTÜ, HAİNLERE MERHAMET EDEMEZDİK

Dâvâmız çok büyüktü. Bir ölüm kalım savaşına girişmiştik. Batıdan düşman kan dökerek geliyordu, ocakları söndürerek geliyordu. Vatanın dört yanı ateşten bir çembere dönmüştü, her taraf alev alev yanıyordu. Vatansız, istiklalsiz kalmak tehlikesi her gün biraz daha yaklaşıyordu. Ayrıca, bir de içimizdeki düşmanlarla uğraşmak, ne güçtü, ne kadar acı idi. Biz o vatan hainlerine merhamet edemezdik. Eğer biz onları yok etmesek, onlar bizi daha feci şekilde yok edeceklerdi.
İNGİLİZLER ÖNCE PADİŞAHI ELE GEÇİRDİLER
İngilizler esaretleri altında bulundurdukları İslam âlemi üzerindeki baskılarını muhafaza edebilmek için değerli bir alete, bir araca muhtaçtılar. Bu ihtiyaçlarını devir devir göstermişlerdir. Onların gözünde bu değerli araç, hilafet makamına oturtacakları zattı. İşte bu teşebbüs içinde bulunan İngilizler; Mütareke’nin ardından o aradıkları araç –ki kendi tabirlerince, kendilerinden işittim: Ün şoz presiyöz, ‘pek değerli cevher’dir- mutlaka bu cevheri avuç içinde bulundurmak gerektiği kanısındaydılar. Gerçekten de onu avuçları içinde buldular. İngiliz avucunun içine giren bu şey, Padişah Vahdettin’di.
BİR GÜCÜ KALMADIĞINI GÖRÜNCE FIRLATIP ATTILAR
İngiliz veya herhangi bir millet, herhangi bir hükümet ancak kuvvet karşısında konum alır, kudretten ve kuvvetten yoksun olduğu maddeten sabit olmuş olan bir şahsın, kendi tabirlerince “Petro”luğu kalmamıştır. Artık, kendilerince hiçbir değeri kalmayınca, Zatı Şahane’yi de bırakıvermişlerdir.
DÜŞMANDAN KURTULUŞ BEKLENİR Mİ?
Oysa ben o padişaha yazmıştım ki Selçuk Türklerinden beri nerdeyse bin yüz yılı aşan bir zamandır, bağımsızlık, özgürlük ve din için gaza eden büyük milletiniz, Asya’nın ve İslam’ın bayraktarı diye dünya çapında şöhreti olan milletiniz; kurtuluşunu, hiç canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi?
İSTANBUL HÜKÜMETLERİ DÜŞMANLA BİR OLUP MİLLET ALEYHİNE ÇALIŞIYORDU
Milletimiz, o büyük vatandan artakalan son parçada, son kaleye çekilmiş, en son savunmasını yaparken, hükümet adını alan heyetler, düşmanlar hesabına, düşman safları arasında kendi milletleri aleyhine çalışıyorlardı. Bizans’ın son günlerinde, Fatih’in teslim çağrısına karşı "Allah’ın bana bir emaneti olan bu ülkeyi, ancak Allah’a teslim ederim" diyen son Rum kayserinin tahtına vâris bir hanedandan gelen bugünkü halife ve sultanın hükümeti; esir olmamak isteyen milleti, kendi eliyle bağlayarak düşmanlara teslim etmeye çalışıyordu.
DAMAT FERİT VE HÜKÜMETİ BİZİ SIRTIMIZDAN VURDU
Damat Ferit'in kurduğu hükümetler ki, her ne pahasına olursa olsun, İtilâf Devletlerine karşı kesin itaat fikrini benimsemişti. Ülkenin kendi hukuk ve egemenliğini devam ettirmek için esirgemediği fedakârlıkları, düşmanlarla çalışmak suretiyle başarısızlığa uğratmayı özel bir iş edinmişlerdi. Bu fikrin taraftarları, ülkenin şer ve hıyanete elverişli ne kadar nankör evlâdı varsa, hepsini tahrik ettiler, donattılar; kendilerini milleti savunmaya adayan yurtseverler aleyhine kullandılar. İslam dini adına yayımlanan sahte fetvaların, paşalıkla ödüllendirilen Anzavur’larla bağımsızlık ve savunma fikri aleyhine yaydıkları mânevî, maddî zehir ve fesat kuvvetleri ile, Anadolu aylarca çarpışmaya mecbur kaldı. Onlar, düşmanların hesabına cephelerimizi kaç defa arkadan vurdu.

DÜŞMANDAN MERHAMET DİLENMEZ

Düşmandan merhamet dilenerek sonuç alınmaz. Oysa İstanbul Hükümeti böyle yapıyordu. Onlara duyurdum ki İtilaf devletlerine karşı böyle sahte yaranma tavırları göstermekle hakkımızda merhamet uyandırmayı başaracağınızı ve bu ikiyüzlü hareketlerin, barış şartlarının değişmesine tesir edeceği zannını besliyorsanız, sizin bu gafletinize acırız.

MİLLETİMİZ HÜKÜMETE KADERİNİ TESLİM EDEMEZDİ

Türk milleti hiçbir zaman, hiçbir bahane ile, yazgısını ve geleceğini, düşman elinde oyuncak olmaya mahkûm bir hükümete teslim edemezdi.
BANA EN ÇOK KARŞI ÇIKANLAR BATICILAR OLDU
Cumhuriyet rejimi kurulunca, bana en çok direnenler Osmanlı’nın batıcıları olmuştur. Bir örnek olarak işte bunlardan ittihatçı Cavit Bey’in Batı yanlısı görüşü: “Büyük Avrupa devletlerinin yardımı olmaksızın ve bu yardımı sağlayacak ödünleri vermeksizin, Anadolu’nun ortasında tek başımıza devlet kurup yaşamamız mümkün değildir.” Ve tarih 1945’ler… CHP Hükümeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin de aynı kafada: “Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”

İRTİCAYI VE İHANETİNİ ŞİDDETLE MAHKÛM ETTİM

Ben irticaya da, hurafeye de karşı oldum; ancak aynı kefeye koymadım bunları. İrticayı en ağır biçimde mahkûm ettim, özellikle hıyanet karakteri yüzünden. Bize göre hıyanet “ülkeyi, bir biçimde, emperyalist sömürgecilerin denetim veya esareti altına sokmaya çalışmaktı.”
İSKİLİPLİ ATIF BİR ÖRNEKTİR

Bunlara bir örnek İskilipli Atıf Hoca’dır. O, Müdafaai Hukuk mücadelesine ihanet etmişti. Suçu Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamamen veya kısmen tağyir etmekti. Asılma sebebi buydu, şapka risalesi değildi.
İSKİLİPLİ ATIF DÜŞMAN SAFINDA YER ALMIŞTI
Atıf Hoca Millî Mücadele’de Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusuna karşı çıkılmaması için çaba gösterdi; mahkemece belgelenmiştir bu. Başında bulunduğu Tealii İslam Cemiyeti’nin imkânlarını kullanarak İngiliz ve Yunan işgallerine direnilmemesi için çalışmış, bu yolda hazırlattığı beyannameleri Türk köylerine dağıtmıştır. Millî Mücadele’ye değil ihanet, en küçük bir yamukluk bile bizim affedeceğimiz şey değildi.

DÜŞMAN BAŞARIYI İÇ DÜŞMANLARIN NİFAK ÇIKARMASINDAN BEKLER

Milletin bağımsızlığını kurtarmak gayesinden ibaret olan millî azmi ihlal için, düşmanlarımızın en önce girişmek istedikleri çare, iç nifak idi. Çünkü en çok başarıyı milletimizin, hayati çıkarlarını idrak edemeyerek münafıklara kapılmalarından bekliyorlardı. Biz de ulusal bağımsızlığı temin için, özellikle içerdeki nifak sokucu girişimlere karşı kesin karar ve önlemler aldık. Anzavur, Gâvur İmam gibiler milletimizi birbirine kırdırmaya araç olan fesat başlarındandı.

DÜŞMAN ÜLKEYİ İÇERDEN ÇÖKERTMEYE ÇALIŞIR

Yurttaşlarım, unutmayın! Direncinizi kıracak bir araç, düşmanın Türkiye’yi içerden oyarak çökertmesidir. Düşman, ülkede mevcut siyasi nifaklardan ve yüksek makamların teslimiyetçilik eğiliminden istifade ederek çalışır her zaman.

KAYNAKLAR
-Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 6-11, Kaynak Yayınları.
-Attila İlhan, Hangi Atatürk, Bilgi Yayınevi, Ank., 1981.
-Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış, Yeni Boyut Yayınları, İst., 2012.