BAŞ ÖRTÜSÜNÜN TARİHİ VE DİNİ YOLCULUĞU
SÜMERLERDE BAŞ ÖRTÜSÜ
Her yerde hep okuyoruz veya duyuyoruz, dünyaca ünlü
Sümeroloğumuz Muazzez İlmiye Çığ başörtüsüne ait bir şeyler anlatıyor,
başörtüsünün kaynağının Sümerli “kutsal fahişeler” olduğunu söylüyor.
Konuyu sadece bu
şekliyle biliyoruz. Konu günümüzden binlerce yıl önce bir Sümer şehri olan Nippur’da bulunmuş 10-15 cm büyüklüğünde
çivi yazılı tabletler içinde bulunan SÜMERLİ LUDINGIRRA’nın yaşam öyküsünü
anlatan 23 bölümlük tabletlerde geçmektedir.
Bu tabletler sanıldığı gibi tüm olarak değil kırık parçalar
halinde bulunmaktadır. Bu tabletlerin bir kısmı Amerika, bir kısmı Avrupa ve
bir kısmı da İstanbul Arkeoloji Müzesi arşivinde bulunmakta.
Bu tabletlerin 18 no.lu olanında bu başörtüsü
ve kutsal fahişelerden bahsedilmektedir. O ilgili kısımlar aşağıda sunulmuştur:
Rahibeler sıraya dizilmiş, bizleri şöyle bir gözlediler. Aralarında bir fısıldaşma oldu ve beş tanesi içlerinden ayrılarak bize doğru geldi. Her biri, birimizi seçerek elimizden tutup bu işler için ayrılmış olan aşk odaları denen odalara götürdüler. Ben rahibeleri kendimiz seçeceğiz zannetmiştim. Halbuki onlar sokak fahişeleri değildi ki… Bunlar Tanrıçamızın görevini üstlenen kutsal fahişelerdi, düşünememiştim o zaman . Onların başı Tanrı’nın gelini sayılır ve yüksek düzeydeki kadınlardan olur. Diğerleri, Tanrı’nın odalıklarıdır…………..
Başını örtü ile sarmıştı. Yanlarından siyah lüle lüle saçları görünüyordu. Birden aklıma geldi; kutsal fahişelerin sokakta başlarını örtmek zorunda olduğunu biliyordum. “Demek tapınağın içinde de
Yukarıdaki öykü Muazzez İlmiye Çığ’ın yayınlamış olduğu SÜMERLİ LUDINGIRRA (Kaynak Yayınları)adlı kitabının 109 no.lu sayfasından alınmıştır. Sümer medeniyeti hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler Samuel Noah Kramer’in TARİH SÜMER’DE BAŞLAR (Kabalcı Yayınevi) kitabından faydalanabilir. Sümerler hakkında tüm bilgileri Samuel Noah Kramer ve Muazzez İlmiye Çığ’ın ortak çalışmalarına borçluyuz. Ne mutlu ki Muazzez İlmiye Çığ gibi değerli bir bilim insanına sahibiz.
Rahibeler sıraya dizilmiş, bizleri şöyle bir gözlediler. Aralarında bir fısıldaşma oldu ve beş tanesi içlerinden ayrılarak bize doğru geldi. Her biri, birimizi seçerek elimizden tutup bu işler için ayrılmış olan aşk odaları denen odalara götürdüler. Ben rahibeleri kendimiz seçeceğiz zannetmiştim. Halbuki onlar sokak fahişeleri değildi ki… Bunlar Tanrıçamızın görevini üstlenen kutsal fahişelerdi, düşünememiştim o zaman . Onların başı Tanrı’nın gelini sayılır ve yüksek düzeydeki kadınlardan olur. Diğerleri, Tanrı’nın odalıklarıdır…………..
Başını örtü ile sarmıştı. Yanlarından siyah lüle lüle saçları görünüyordu. Birden aklıma geldi; kutsal fahişelerin sokakta başlarını örtmek zorunda olduğunu biliyordum. “Demek tapınağın içinde de
Yukarıdaki öykü Muazzez İlmiye Çığ’ın yayınlamış olduğu SÜMERLİ LUDINGIRRA (Kaynak Yayınları)adlı kitabının 109 no.lu sayfasından alınmıştır. Sümer medeniyeti hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler Samuel Noah Kramer’in TARİH SÜMER’DE BAŞLAR (Kabalcı Yayınevi) kitabından faydalanabilir. Sümerler hakkında tüm bilgileri Samuel Noah Kramer ve Muazzez İlmiye Çığ’ın ortak çalışmalarına borçluyuz. Ne mutlu ki Muazzez İlmiye Çığ gibi değerli bir bilim insanına sahibiz.
MABET FAHİŞELİĞİNİN DOĞUŞU VE BAŞÖRTÜSÜ GELENEĞİ
İnsanlığın varoluşundan beri kadın her zaman doğurganlığı
sebebiyle ilgi odağı olmuştur. Bu çocuk doğurma yetisi, onların yaratıcı olarak
tanımlanmasına sebep oluyordu. Bu yüzden onlar Ana Tanrıça olgusunu yarattı ve
Ana Tanrıça’nın dünyadaki temsilcisi oldular.
Arkeolojik kazılarda hamile kadın heykelciklerinin çok
sayıda bulunması bu yüzdendir. Bu heykelcikler Ana Tanrıçayı temsil eder. Bu
süreç ilk yazılı belgelerin bulunduğu Sümerlere kadar gelir. (yaklaşık olarak
M.Ö. 4.000-2.000).
Ana Tanrıça’nın ilk ve belirgin örneğini Mezopotamya’da Sümerlerde görüyoruz. Aşk ve Savaş Tanrıçası İnanna. İnanna ile ilgili çivi yazılı metinlerde “göğün kutsal fahişesi” olarak adı geçmektedir.
Ana Tanrıça’nın ilk ve belirgin örneğini Mezopotamya’da Sümerlerde görüyoruz. Aşk ve Savaş Tanrıçası İnanna. İnanna ile ilgili çivi yazılı metinlerde “göğün kutsal fahişesi” olarak adı geçmektedir.
Örnek olarak İnanna ve kocası Dumuzi’nin aşkını anlatan
çivi yazılı tabletten alınma yazıda, babası Enki’nin kızı için söyledikleri
şöyledir :
Ne oldu?
Kızıma ne oldu?
İnanna ! Bütün ülkelerin kraliçesi,
Göğün kutsal fahişesi,
İnanna’ya ne oldu?
Kızıma ne oldu?
İnanna ! Bütün ülkelerin kraliçesi,
Göğün kutsal fahişesi,
İnanna’ya ne oldu?
İnanna aynı zamanda
fahişelerin de koruyucusudur. Ama
tabletlerde kutsal fahişelik sokaklarda değil tapınaklarda yapılır deniyor.
İnanna’nın tanrıça olduğundan bahsettikten sonra gelelim
Sümer mabetlerine. Sümer mabetlerinde rahipler ve rahibeler bulunur.
Rahibeler ise kendi aralarında 20’ye yakın sınıfa
ayrılırlar. Mabetlerde rahibelik müessesi ilk olarak Ur şehrinde Akad kralı
1.nci Sargon’un kızı Enheduanna ile başlar.
Daha sonra ise Sumer
ve Akad’da hangi kral başa geçerse onun kızı bu göreve atanır ve bu gelenek
M.Ö. 1800’lere kadar sürer.
Ana Tanrıça İnanna’ya adanan mabetlerde rahibelerin özel görevi
genel kadınlık, yani fahişeliktir. Bunlar tanrıya hizmet etmiş sayıldıklarından
kutsal olarak adlandırılırlar.
Kutsal fahişelik görevinin en büyük amacı genç
erkeklere ilk cinsel deneyimi yaşatmaktır. Bu yüzden bu rahibeleri sokak fahişelerinden ayrı tutmak gerekir.
Daha sonra bu gelenek Babil ve Asurlulara geçmiştir. Her ne kadar Babil’de
kızlar evlenmeden önce tapınak önlerinde bu görevi yapsa da Sümerlerde bakirelik çok önemli olduğundan
sadece rahibeler kutsal fahişelik yapardı.
Rahibelerin nasıl kutsal fahişe olduklarını buraya kadar kısa bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Rahibelerin nasıl kutsal fahişe olduklarını buraya kadar kısa bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Şimdi de gelelim başlarını başörtüsüyle kapama olayına.
Mabet fahişeliği
kutsal bir görev sayıldığından bunu sadece gönüllüler yapardı, bunlar da diğer
rahibelerden ve sokaktaki diğer kadınlardan ayrılmaları için başlarını
başörtüsü ile bağlarlardı ve bu bir yasaydı.
Daha sonra M.Ö. 1600
yıllarında bir Asur kralının yaptığı kanunun 40.
Maddesine göre bütün evli ve dul kadınların başlarını örtmesi, kız ve
sokak fahişelerinin ise başı açık dolaşmaları emredilmiştir.
Şayet sokak fahişeleri başlarını örterse çok ağır ceza
alıyorlardı. Mabet
fahişeliği görevi daha sonra Babilliler ve Asurlular vasıtasıyla Kenanlılara oradan da İsraillilere
geçmiştir. Ama Tevrat incelendiğinde bu
geleneği kaldırmak için yapılan çabalar gözlenmektedir.
Ark. Kadir YILDIRIMSAL
Ark. Kadir YILDIRIMSAL
TARİH BOYUNCA BAŞÖRTÜSÜ
TARİH kaynakları ve arkeolojik bulgulara göre kadının başörtüsüyle birlikte örtünmesi geleneğinin, İslam’dan binlerce yıl önce Sümer, Urartu, Hitit, Eski Yunan ve Hint medeniyetlerinde mevcut olduğu bilinmektedir.
Milattan önce evli
Germen kadınlarının da yüzlerini örtmeksizin başlarını örttükleri,
tarihî kaynaklarda yerini almıştır. Ayrıca mevcut ilahî kitaplar
ve yaşanan gelenekte de bu şekildeki örtünmeye şahit olunmaktadır.
Tabii aynı kaynaklara göre örtünmeyen kadınlar da
mevcuttur.
Giyim
konusunda bilinen en eski hukuki düzenleme, Hammurabî ve Orta Asur
kanunlarında yer almıştır.
Kanun metnine göre,
başörtüsü, sokağa çıkan, başka bir deyişle kamusal alana giren hür
kadınların bir sembolü olarak tanımlanmış ve hukuki güvence altına
alınmıştır.
Bu kanuna göre ayrıca köle kadınlar ve fahişeler kesinlikle
başlarını örtmeyeceklerdir. Başı açık olması zorunlu olan kadınlar
örtünerek bu kuralı ihlal ettiklerinde onları görüp ihbar etmeyenlerle
birlikte cezalandırılmaktadırlar.
YAHUDİLİKTE BAŞ ÖRTÜSÜ
TEVRAT’ta kadının
başını örtmesiyle ilgili doğrudan bir hüküm yer almayıp yalnızca
bazı olayların hikâye edildiği metinlerde başörtüsü ve peçeye
atıfta bulunulduğu görülür.
Tevrat’taki ifadelere göre başörtüsünün genel olarak
kendinden önceki geleneğin bir devamı şeklinde hür (saygın ve soylu)
kadınlara ait bir statü sembolü anlamını koruduğu söylenebilir.
Tevrat’ın atıfları
daha sonra Yahudi sözlü geleneğinde başörtüsünün katı kurallara
bağlanması için yeterli olmuş; bununla birlikte başörtüsü, saygınlığın
yanında iffetin, pagan kültüre karşı tavır alışın ve kadının kocasına
aidiyetinin de bir göstergesi olarak anlamca çoğalmıştır.
HIRISTİYANLIKTA BAŞ ÖRTÜSÜ
HIRİSTİYANLIK, Yahudilikte kanunlaşan
uygulamayı sürdürmüştür.
Başörtüsü İncil’de
Pavlus’un Korintliler’e yazdığı bir mektupla yerini almıştır.
Bu metne göre başörtüsü
diğer ilahî dinlerin metinlerinde hiçbir şekilde bulunmayan bir sebebe,
kadının yaratılışça erkekten aşağıda yer almasına bağlanmıştır.
Bugün Batı’da ve Batı
etkisindeki toplumlarda başörtüsünün kadının köleliğini/ikincilliğini
ve toplum dışına itilişini ifade ettiği şeklindeki yaygın görüşün
temelinde tam da bu İncil’deki yer alış biçiminin olduğu söylenebilir.
ARAPLARDA BAŞ ÖRTÜSÜ
KUR’ÂN’ın nüzulünden önce Arap toplumuna gelindiğinde
ise başlarını yüzleriyle birlikte veya yüzleri açık olarak örten
kadınlar ve erkeklerin yanında az sayıda da olsa örtmeyenlere de
rastlanmaktadır.
Modern döneme kadar
geleneksel toplumların hemen hepsinde kadınların yanında erkek
ve çocukların da başlarında çeşitli şekillerde başlık ve örtü bulunduğu
hatırlanmalıdır.
Esasen başın tümüyle açık oluşu sadece
kadınlar için değil tüm insanlar için nevzuhur bir durumdur.
Arap toplumunda İZAR (ETEK), DIR (ELBİSE) gibi giysilerin üzerinde başa
örtülen, örtünme şekli ve büyüklüğüne göre çeşitli isimler alan
baş örtüleri mevcuttur.
Bu örtü türlerinden
Kur’ân metninde yer alanlar, “HİMAR” VE “CİLBAB”TIR.
HİMAR, yüz açık olarak giyilen bir başörtüsüdür;
CİLBAB: bu
başörtülerin en büyüğü olan cilbab ise bir şal gibi tüm giysilerin
üzerine salınmakta ve çeşitli uzunluklarda olabilmektedir.
Dönemin Arap toplumunda genel olarak ataerkil bir
yapı mevcutsa da belirgin sosyal tabakalaşma ayrımın erkek-kadın olarak
yapılmasından ziyade asil-köle
olarak yapılmasına yol açmıştır. Buna göre aristokrat kadınlar
düşük seviyeli kabile erkeklerinden ve kölelerden daha fazla nüfuza
sahiptir.
Cariye ve köleler en düşük statüde yer
almakta, hukuki uygulamalarda mülkiyete tâbi olduklarından bir
mal ile eşit değerde tutulmaktadırlar.
Cariyeler fuhuş yapmaya zorlanabilirken; bu,
hür kadınlardan kesinlikle beklenen bir durum değildir. Ayrıca
bu dönemde toplumsal ritüellerle belirlenmiş çeşitli nikâh şekilleri
mevcuttur ki bunlar fuhuş bile sayılmamaktadır.
Neslin karışmasına yol açan bu tür ilişkiler, Kur’ân’ın, nazil
olmaya başladığı ilk yılından itibaren ortadan kaldırma yönünde
üzerinde durduğu konulardan olmuştur.
Bu dönemde cariye
ve hafif meşrep kadınlar cilbab kullanmamakta,
himar kullananlar ise uçlarını arkalarına salarak dekoltelerini
açık bırakabilmektedir.
Döneme ait giysi tariflerine göre elbiselerin yaka
kısımları oldukça açıktır, bu nedenle göğüslerin bir kısmı da görülebilmektedir.
Hür kadınlar ise genel olarak örtülüdürler. Bu uygulama
örtünmenin, Orta Asur kanunlarında yerini bulan, Tevrat ve İncil’de
işaret edilen hürlük/saygınlık yönünün devamı niteliğinde görünmektedir.
KURANDA BAŞ ÖRTÜSÜ
Kadının örtünmesinden
söz eden Kur’ân ayetleri Ahzab ve Nur surelerinde
yer alır.
Bu ikisi arasında
önce nazil olan Ahzab Suresi’ndeki ayetlerdir ki bunlar Kur’ân’ın nüzulünün
17., hicretin 5. yılında Hendek Savaşı’nı takip eden ayda gelmiştir.
Söz konusu ayetin
anlaşılabilmesi, dönemin şartlarının bilinmesi ve ayetin birlikte
nazil olduğu diğer ayetlerle beraber okunmasına bağlıdır.
Ahzab Suresi 59. ayet şöyledir:
“Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların
kadınlarına söyle, cilbâblarını üstlerine salsınlar, onların tanınması
ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan,
çok esirgeyendir.
”Ayetinnüzul sebebi, tefsir, hadis ve tarih kaynaklarının
anlatımına göre şöyledir:
Üzerine cilbab alan kadınlar ‘hür’, almayanlar
‘cariye’dir.
Kötü niyetli erkekler
hür kadınlara herhangi bir saygısızlık yapamazken, cariyelere
sözlü veya fiilî tacizde bulunabilmektedirler. Özellikle gece
vakti cilbabını
almaksızın dışarı çıkan hür bir hanım tanınmadığından, cariye olduğu
zannıyla tacize maruz kalabilmektedir.
İşte bu ayet, hür kadınların dokunulmazlığını
sağlamaya yönelik olarak, câri olan cilbab
geleneğinin uygulanmasını istemiştir.
Belirtildiği gibi bu gelenek Kur’ân öncesi uzun bir
geçmişe sahiptir. Hür-cariye ayrımını esas alarak hür kadınlara dokunulmazlık sağlayan
bu ayete dayanarak, bugün Müslüman kadınların çarşaf vb. topuklara
kadar uzanan yekpare bir giysiyle örtünmesi gereğini çıkartmak
ayeti kendi bağlamından koparmak anlamına gelecektir.
Bu ayetten yaklaşık bir yıl sonra gelen
NUR SURESİ 31. AYET İSE ŞÖYLEDİR:
“Mümin kadınlara
da söyle: ‘Gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.
Ziynetlerini
göstermesinler.
Ancak kendiliğinden görünenler hariç.
Başörtülerini (humurihinne) yakalarının üzerine koysunlar.
Ziynetlerini
kimseye göstermesinler.
Yalnız kocalarına
yahut babalarına yahut kocalarının babalarına yahut oğullarına
yahut kocalarının oğullarına yahut kardeşlerine yahut kardeşlerinin
oğullarına yahut kız kardeşlerinin oğullarına yahut kadınlarına
yahut ellerinin altında bulunanlarına yahut kadına ihtiyacı bulunmayan
erkeklerden tâbilerine yahut henüz kadınların mahrem yerlerini
anlamayan çocuklara.
Gizledikleri
süslerinin bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar’.
Ey müminler, topluca Allah’a tevbe edin ki felâha
eresiniz.”
Tefsir, hadis ve tarih
kaynaklarına göre dönemin kadınları zaten başörtü kullanmakta,
ancak bazı kadınlar bunları sırtlarına salarak dekoltelerini
açık bırakmakta, bu giyim tarzlarıyla da cariyelere benzemektedirler.
Bir rivayete göre Hz. Aişe başörtülerinin sağ uçlarını
önlerinden geçirip sol omuzlarına atarak örtündüklerini belirtmiştir.
Bu ayetin nüzul sebebinden anlaşıldığı kadarıyla bazı kadınlar
için kendinden önce gelen Ahzab Suresi 59. ayetin tavsiyesi yeterli
olmamış görünmektedir.
Bu ayetle sırtlara salınan
başörtü (himar) uçlarının elbise yakalarının üzerine
örtülmesi istenmiş ve dekoltelerini kimlere gösterebilecekleri
belirtilmiştir.
Ayrıca ayetin başında geçen “gözlerin sakınılması,
ırzların korunması” bu ayet öncesindeki 30. ayette erkeklerden de istenen bir durumdur.
Taberî, İbn Ebî Hâtim,
Cassâs, Zemahşerî gibi ilk dönem müfessirlerin tefsirleri, gerek
bu dönemi anlatan tarih kitapları, gerekse hadis rivayetlerine
şöyle bir göz atıldığında dahi başörtüsünün kendinden önce olduğu
gibi o dönemde de kullanıldığı, Kur’ân’ın yönlendirmesiyle kullanımına
bir çekidüzen verildiği görülebilir.
Ayetin yorumlanmasında ilk ve klasik dönem tefsirlerinde
ittifaka yakın bir durum söz konusu iken;
günümüzde müfessir
olarak nitelendirilemeyecek bazı yorumcuların, ayetin“Ziynetlerini
göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç. Başörtülerini
yakalarının üzerine koysunlar.”
kısmı ile ilgili olarak ortaya attıkları yorumlar
tartışmalara neden olmaktadır. Bu yorumların ortak özelliği, ayetlerin, geleneksel
yorum yönteminden farklı olarak tarihsel bağlamından ve bu bağlamda
kullanılan dilden koparılarak yorumcunun içinde
bulunduğu sosyo-kültürel ve psiko-sosyal şartların itici gücüyle,
salt metinselci bir okumayla yorumlanmış olmasıdır.
İtici güçlerin farklılığı, hem Kur’ân’ın nazil olduğu
dönemden hem de birbirinden çok farklı, zıt denilebilecek öznel yorumların
ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Örneğin, bu
yorumlardan birine göre, ayette, örtülmesi istenen yer göğüs olduğundan,
başın kapatılmasına dair bir ifade yer almamaktadır.
Burada yorumcu “himar-humur” sözcüklerini, konuyla ilgili
rivayetleri, müfessir veya fakihlerin görüşlerini hatta atıfta
bulunduğu sözlükleri dikkate almaksızın, tek ve genel kök anlamıyla “örtü” olarak
almış ve bununla göğsün örtüleceğini belirtmiştir.
Konuyla ilgili çok sayıdaki hadis rivayetini dikkate
almayan, bu rivayetleri, klasik tefsirleri, geleneğe ait tüm eserleri
ve binlerce yıldır yaşayan geleneği tümüyle “bilim dışı, hurafe”
olarak değerlendiren yorumcu, “erkeklerle kadınların aynı kaptan abdest almaları”
ile ilgili rivayeti (mütevatir olarak niteler), “himar” sözcüğünün
kök anlamıyla birlikte ayetin tek tefsir kaynağı olarak kullanmaktadır.
Yorumcu “bilimsel” bulduğu bu tek yorumun rivayetinin, mütevatir
olup olmadığını (ki ahad haber olduğu söylenmiştir), hadiste geçen
kadınlarla erkeklerin birbirinin mahremi olabileceklerini, su
kabını kullanma sırasının yanı sıra kabın büyüklüğü ve kaç kişinin
bulunduğunun da bilinmediğini dikkate alarak bilimsel(!) bir çalışmada
bulunmuş mudur?
Ayetin “kendiliğinden görünenler hariç” (açıkta bırakılabilecek
alan) kısmını, klasik tefsir ve fıkıh kaynaklarından ödünç alınan “örf: el-‘âdetu’l-câriyye”
(uygulanagelen gelenek) esasını kullanarak “alışılmış
açıklık” olarak tarif edip tüm modern giyimleri (sahillerin yaz giyimleri
dâhil) bu kapsama alıvermek de ayeti tüm bağlamlarından koparıp havada
asılı bir metin olarak değerlendirmenin bir neticesi olsa gerektir.
Örf, uzun bir zaman dilimi içerisinde ve
vahyin de etkisiyle Müslüman toplumun büyük kesimi tarafından yoğrularak
ortaya çıkmış durumlar için kullanılabilir; ki ayet tarafından da
teşvik edilen binlerce yıldır devam eden kadın giyimi, kendi coğrafi-kültürel
özelliklerini yansıtan çeşitlilikteki başörtülü kadın giyimidir.
Tüketimin körüklenmesini sağlayan özgürlük
söylemleri ve modanın etkisiyle sürekli değişiklik gösteren veya
tepeden inme bir devrimle topluma dayatılan bir giyim tarzının (yaşam
biçiminin) Müslüman toplumun içselleştirdiği (içine sindirdiği)
“örf” kapsamında ele alınamayacağı çok açıktır.
Bedriye
Yılmaz-Anlayış dergisi
"KURAN'DA BAŞÖRTÜSÜ FARZ DEĞİL"
Selçuk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, İslam dininde başörtüsünün yeri
olmadığını ve Kuran'da da başörtüsünün farz olduğuna dair herhangi bir ayetin
bulunmadığını ileri sürdü.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün Yahudilikte bir gelenek olduğuna dikkat çekerek, Yahudi geleneğinin İslam’ı etkilediğini iddia etti.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün İslam dininin bir emri olmadığını savunarak, bu konuda şu görüşleri ileri sürdü:
“Dini temeller bakımından başörtüsü, kesinlikle dinin bir emri, ya da farz ibadeti değildir.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün Yahudilikte bir gelenek olduğuna dikkat çekerek, Yahudi geleneğinin İslam’ı etkilediğini iddia etti.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün İslam dininin bir emri olmadığını savunarak, bu konuda şu görüşleri ileri sürdü:
“Dini temeller bakımından başörtüsü, kesinlikle dinin bir emri, ya da farz ibadeti değildir.
İnançla da ilgili uygulanan bir ibadet olmadığı halde, sanki
dini bir emirmiş ve farzmış gibi yansıtılıyor. Başörtüsü takılmadığı takdirde
de, dini yönden büyük cezaları varmış gibi hareket ediliyor.
Burada, siyasi ve sosyal anlamda çözüme ilişkin kamusal bir dinsellik yaratılmıştır.
Normalde
baş örütüsü ile ilgili olduğu belirtilen ayetlerde Nur Suresi 30,31, 33. Ahzab
Suresinin 59’uncu ayetlerinde, sadece bir tanesinin baş örtüsü ile ilgili olduğu
iddia ediliyor. O da Arapların, İslam öncesinde başlarına taktıkları örtünün
çeki düzeni ile ilgili bir ayettir. Daha önce Arap kadınlarının göğüsleri ve
pek çok bölgeleri açıktı.
Hatta Kabe’yi bile çıplak tavaf ederlerdi. Çıplak tavaf etmenin bir fazilet olduğunu düşünürlerdi. Örtünme ayetleri, gerek kadının, gerekse erkeğin her ikisine birden geçerlidir.
Hatta Kabe’yi bile çıplak tavaf ederlerdi. Çıplak tavaf etmenin bir fazilet olduğunu düşünürlerdi. Örtünme ayetleri, gerek kadının, gerekse erkeğin her ikisine birden geçerlidir.
Temel, kaba avret
yerlerinin açık olmasından dolayı toplum içinde hoş karşılanmayan kaba avret
yerlerinin (ön ve arkalarını) ve kadınların göğüslerinin örtülmesine yönelik
emirlerdir.
Ama son dönemlerde başörtüsü siyasallaştığı için, kamusal bir dinsellik yaratıldığından dolayı, insanın temel örtünmesine ilişkin ayetleri, tamamen başörtüsü simgesinde toplamışlar ve bunun bir farz ve emir olduğu söylenmiştir.
Ama son dönemlerde başörtüsü siyasallaştığı için, kamusal bir dinsellik yaratıldığından dolayı, insanın temel örtünmesine ilişkin ayetleri, tamamen başörtüsü simgesinde toplamışlar ve bunun bir farz ve emir olduğu söylenmiştir.
‘BAŞÖRTÜSÜNE
ÖZGÜRLÜK VE KADINA ÖZGÜRLÜK’, TAMAMEN SİYASİ VE SOSYOLOJİK BİR HADİSEDİR.
BAŞÖRTÜSÜNÜN FARZ OLDUĞUNU KİMSE İDDİA EDEMEZ.”
‘KURAN’DA BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL, HIMAR GEÇİYOR’
Kuran da başörtüsü ifadesinin yer almadığını savunan Doç. Dr. Filiz, “Kuran-ı Kerim’de sadece ‘Hımar’ kelimesi giçiyor. ‘Hımar’ kelimesi, normal bir örtüyü ifade etmektedir. Başörtüsünü değil.
‘KURAN’DA BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL, HIMAR GEÇİYOR’
Kuran da başörtüsü ifadesinin yer almadığını savunan Doç. Dr. Filiz, “Kuran-ı Kerim’de sadece ‘Hımar’ kelimesi giçiyor. ‘Hımar’ kelimesi, normal bir örtüyü ifade etmektedir. Başörtüsünü değil.
Giysi sıkıntısının
çekildiği, hatta çıplak ibadet edildiği dönemde, Kuran’ı Kerim’in söylediği
şuydu: ‘Nasıl Hz. Adem ile
Havva’nın cennet açıldığında ön ve arkaları açılınca, doğal olarak, kendi
yaratılışları icabı örtündülerse, siz de öyle örtünün’ demektedir. Yoksa
başınızı, saçınızı örtün, örtmediğiniz takdirde yaptığınız haramdır anlamına
gelmez.” dedi.
‘KADININ İNSAN OLDUĞUNU HAZMEDEMEDİK’
Doç. Dr. Filiz, “Başörtüsü söyleminin arkasında yatan unsur; İslamın, insana ve kadına vermiş olduğu hak ve şeref payesini, henüz İslam toplumu içine sindirebilmiş değildir.
‘KADININ İNSAN OLDUĞUNU HAZMEDEMEDİK’
Doç. Dr. Filiz, “Başörtüsü söyleminin arkasında yatan unsur; İslamın, insana ve kadına vermiş olduğu hak ve şeref payesini, henüz İslam toplumu içine sindirebilmiş değildir.
Kadını, insan diye görmeyen kültürden gelen müslümanlar, henüz daha islamın, kadını insan olarak görmesi emrini hazmetmiş değiller.
Hala daha akademik seviyede bile cariyeler ve hür
kadınlar şeklinde ayrımlar vardır.
Hatta, deniyor ki, “Hür
kadınlar örtünür de, cariyeler örtünmez.’ Peki “kim bu cariyeler”, denince,buna
cevap yok.
Burada başörtüsünün, belirli sınıfa ait hür kadınların, bir simgesi
olarak gösterilmesi ve başını açanların ise kadın bile sayılmadığı
söylemleriyle karşılaşıyoruz ” dedi.
Hz. Muhammed’in de başörtüsü ile ilgili net bir hadisinin bulunmadığını belirten Filiz, başörtüsü ile ilgili olan rivayetlerin birbiri arasında çelişki içerdiğini söyledi.
Hz. Muhammed’in de başörtüsü ile ilgili net bir hadisinin bulunmadığını belirten Filiz, başörtüsü ile ilgili olan rivayetlerin birbiri arasında çelişki içerdiğini söyledi.
‘YAHUDİ GELENEĞİ İSLAM’I ETKİLEDİ’
Başörtüsünün Yahudi geleneği olduğunu da anlatan Doç. Dr. Filiz, Tevrat ve Talmud’da başörtüsü ile ilgili ayetlerin bulunduğunu belirterek şunları söyledi:
“Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde, ‘Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur. İffet ve namusun korunmasının ölçüsü baş örtüsüdür. Baş çirkindir, örtülmesi gerekir. Başörtüsüz hiçbir kadın dışarı çıkmamalıdır’ denilmektedir. Yahudi geleneği direkt olarak İslam’ı etkilemiştir. Yoksa İslam’da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir. İslam’da, oruç tutmadığınızda, tutmadığınız oruçu ya sonradan tutarak telafi edersiniz, ya da parasını ödersiniz.
Başörtüsü, örtemeyenler ile ilgili kesin bir ceza yoktur.
76 tane temel farzdan
bahsedilmektedir. Bu 76 farzda kesinlikle başörtüsü geçmemektedir.
Kesin bir dini emir diyeceksiniz ve yapmayan hakkında da
bunun bir cezası yok diyeceksiniz.
Allah ile kul arasında diyeceksiniz.
Allah ile kul arasında ise, kamusal alana dinsellik
taşınmak isteniyor. Dinsel kanıtlarda dil oyunu yapılıyor.”
İsmail AKAYA / HÜRRİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.