24 Kasım 2013 Pazar

BAŞ ÖRTÜSÜNÜN TARİHİ VE DİNİ YOLCULUĞU

BAŞ ÖRTÜSÜNÜN TARİHİ VE DİNİ YOLCULUĞU
SÜMERLERDE BAŞ ÖRTÜSÜ
Her yerde hep okuyoruz veya duyuyoruz, dünyaca ünlü Sümeroloğumuz Muazzez İlmiye Çığ başörtüsüne ait bir şeyler anlatıyor, başörtüsünün kaynağının Sümerli “kutsal fahişeler” olduğunu söylüyor.
 Konuyu sadece bu şekliyle biliyoruz. Konu günümüzden binlerce yıl önce bir Sümer şehri olan Nippur’da bulunmuş 10-15 cm büyüklüğünde çivi yazılı tabletler içinde bulunan SÜMERLİ LUDINGIRRA’nın yaşam öyküsünü anlatan 23 bölümlük tabletlerde geçmektedir.
Bu tabletler sanıldığı gibi tüm olarak değil kırık parçalar halinde bulunmaktadır. Bu tabletlerin bir kısmı Amerika, bir kısmı Avrupa ve bir kısmı da İstanbul Arkeoloji Müzesi arşivinde bulunmakta.
 Bu tabletlerin 18 no.lu olanında bu başörtüsü ve kutsal fahişelerden bahsedilmektedir. O ilgili kısımlar aşağıda sunulmuştur:
Rahibeler sıraya dizilmiş, bizleri şöyle bir gözlediler. Aralarında bir fısıldaşma oldu ve beş tanesi içlerinden ayrılarak bize doğru geldi. Her biri, birimizi seçerek elimizden tutup bu işler için ayrılmış olan aşk odaları denen odalara götürdüler. Ben rahibeleri kendimiz seçeceğiz zannetmiştim. Halbuki onlar sokak fahişeleri değildi ki… Bunlar Tanrıçamızın görevini üstlenen kutsal fahişelerdi, düşünememiştim o zaman . Onların başı Tanrı’nın gelini sayılır ve yüksek düzeydeki kadınlardan olur. Diğerleri, Tanrı’nın odalıklarıdır…………..
Başını örtü ile sarmıştı. Yanlarından siyah lüle lüle saçları görünüyordu. Birden aklıma geldi; kutsal fahişelerin sokakta başlarını örtmek zorunda olduğunu biliyordum. “Demek tapınağın içinde de
Yukarıdaki öykü Muazzez İlmiye Çığ’ın yayınlamış olduğu SÜMERLİ LUDINGIRRA (Kaynak Yayınları)adlı kitabının 109 no.lu sayfasından alınmıştır. Sümer medeniyeti hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler Samuel Noah Kramer’in TARİH SÜMER’DE BAŞLAR (Kabalcı Yayınevi) kitabından faydalanabilir. Sümerler hakkında tüm bilgileri Samuel Noah Kramer ve Muazzez İlmiye Çığ’ın ortak çalışmalarına borçluyuz. Ne mutlu ki Muazzez İlmiye Çığ gibi değerli bir bilim insanına sahibiz.
MABET FAHİŞELİĞİNİN DOĞUŞU VE BAŞÖRTÜSÜ GELENEĞİ
İnsanlığın varoluşundan beri kadın her zaman doğurganlığı sebebiyle ilgi odağı olmuştur. Bu çocuk doğurma yetisi, onların yaratıcı olarak tanımlanmasına sebep oluyordu. Bu yüzden onlar Ana Tanrıça olgusunu yarattı ve Ana Tanrıça’nın dünyadaki temsilcisi oldular.
Arkeolojik kazılarda hamile kadın heykelciklerinin çok sayıda bulunması bu yüzdendir. Bu heykelcikler Ana Tanrıçayı temsil eder. Bu süreç ilk yazılı belgelerin bulunduğu Sümerlere kadar gelir. (yaklaşık olarak M.Ö. 4.000-2.000).
Ana Tanrıça’nın ilk ve belirgin örneğini Mezopotamya’da Sümerlerde görüyoruz. Aşk ve Savaş Tanrıçası İnanna. İnanna ile ilgili çivi yazılı metinlerde “göğün kutsal fahişesi” olarak adı geçmektedir.
Örnek olarak İnanna ve kocası Dumuzi’nin aşkını anlatan çivi yazılı tabletten alınma yazıda, babası Enki’nin kızı için söyledikleri şöyledir :
Ne oldu?
Kızıma ne oldu?
İnanna ! Bütün ülkelerin kraliçesi,
Göğün kutsal fahişesi,
İnanna’ya ne oldu?
İnanna aynı zamanda fahişelerin de koruyucusudur. Ama tabletlerde kutsal fahişelik sokaklarda değil tapınaklarda yapılır deniyor.
İnanna’nın tanrıça olduğundan bahsettikten sonra gelelim Sümer mabetlerine. Sümer mabetlerinde rahipler ve rahibeler bulunur.
Rahibeler ise kendi aralarında 20’ye yakın sınıfa ayrılırlar. Mabetlerde rahibelik müessesi ilk olarak Ur şehrinde Akad kralı 1.nci Sargon’un kızı Enheduanna ile başlar.
 Daha sonra ise Sumer ve Akad’da hangi kral başa geçerse onun kızı bu göreve atanır ve bu gelenek M.Ö. 1800’lere kadar sürer.
Ana Tanrıça İnanna’ya adanan mabetlerde rahibelerin özel görevi genel kadınlık, yani fahişeliktir. Bunlar tanrıya hizmet etmiş sayıldıklarından kutsal olarak adlandırılırlar.
 Kutsal fahişelik görevinin en büyük amacı genç erkeklere ilk cinsel deneyimi yaşatmaktır. Bu yüzden bu rahibeleri sokak fahişelerinden ayrı tutmak gerekir. Daha sonra bu gelenek Babil ve Asurlulara geçmiştir. Her ne kadar Babil’de kızlar evlenmeden önce tapınak önlerinde bu görevi yapsa da Sümerlerde bakirelik çok önemli olduğundan sadece rahibeler kutsal fahişelik yapardı.
Rahibelerin nasıl kutsal fahişe olduklarını buraya kadar kısa bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Şimdi de gelelim başlarını başörtüsüyle kapama olayına.
Mabet fahişeliği kutsal bir görev sayıldığından bunu sadece gönüllüler yapardı, bunlar da diğer rahibelerden ve sokaktaki diğer kadınlardan ayrılmaları için başlarını başörtüsü ile bağlarlardı ve bu bir yasaydı.
Daha sonra M.Ö. 1600 yıllarında bir Asur kralının yaptığı kanunun 40. Maddesine göre bütün evli ve dul kadınların başlarını örtmesi, kız ve sokak fahişelerinin ise başı açık dolaşmaları emredilmiştir.
Şayet sokak fahişeleri başlarını örterse çok ağır ceza alıyorlardı. Mabet fahişeliği görevi daha sonra Babilliler ve Asurlular vasıtasıyla Kenanlılara oradan da İsraillilere geçmiştir. Ama Tevrat incelendiğinde bu geleneği kaldırmak için yapılan çabalar gözlenmektedir.
Ark. Kadir YILDIRIMSAL

TARİH BOYUNCA BAŞÖRTÜSÜ
TA­RİH kay­nak­la­rı ve ar­ke­olo­jik bul­gu­la­ra gö­re ka­dı­nın ba­şör­tü­süy­le bir­lik­te ör­tün­me­si ge­le­ne­ği­nin, İs­lam’dan bin­ler­ce yıl ön­ce Sü­mer, Urar­tu, Hi­tit, Es­ki Yu­nan ve Hint me­de­ni­yet­le­rin­de mev­cut ol­du­ğu bi­lin­mek­te­dir.
Mi­lat­tan ön­ce ev­li Ger­men ka­dın­la­rı­nın da yüz­le­ri­ni ört­mek­si­zin baş­la­rı­nı ört­tük­le­ri, ta­ri­hî kay­nak­lar­da ye­ri­ni al­mış­tır. Ay­rı­ca mev­cut ilahî ki­tap­lar ve ya­şa­nan ge­le­nek­te de bu şe­kil­de­ki ör­tün­me­ye şa­hit olun­mak­ta­dır.
Ta­bii ay­nı kay­nak­la­ra gö­re ör­tün­me­yen ka­dın­lar da mev­cut­tur.
 Gi­yim ko­nu­sun­da bi­li­nen en es­ki hukuki dü­zen­le­me, Ham­mu­ra­bî ve Or­ta Asur ka­nun­la­rın­da yer al­mış­tır.
Ka­nun met­ni­ne gö­re, ba­şör­tü­sü, so­ka­ğa çı­kan, baş­ka bir de­yiş­le ka­mu­sal ala­na gi­ren hür ka­dın­la­rın bir sem­bo­lü ola­rak ta­nım­lan­mış ve hukuki gü­ven­ce al­tı­na alın­mış­tır.
 Bu ka­nu­na gö­re ay­rı­ca kö­le ka­dın­lar ve fa­hi­şe­ler ke­sin­lik­le baş­la­rı­nı ört­me­ye­cek­ler­dir. Ba­şı açık ol­ma­sı zo­run­lu olan ka­dın­lar ör­tü­ne­rek bu ku­ra­lı ih­lal et­tik­le­rin­de on­la­rı gö­rüp ih­bar et­me­yen­ler­le bir­lik­te ce­za­lan­dı­rıl­mak­ta­dır­lar.

YAHUDİLİKTE BAŞ ÖRTÜSÜ
TEV­RAT’ta ka­dı­nın ba­şı­nı ört­me­siy­le il­gi­li doğ­ru­dan bir hü­küm yer al­ma­yıp yal­nız­ca ba­zı olay­la­rın hi­kâ­ye edil­di­ği me­tin­ler­de ba­şör­tü­sü ve pe­çe­ye atıf­ta bu­lu­nul­du­ğu gö­rü­lür.
Tev­rat’ta­ki ifa­de­le­re gö­re ba­şör­tü­sü­nün ge­nel ola­rak ken­din­den ön­ce­ki ge­le­ne­ğin bir de­va­mı şek­lin­de hür (say­gın ve soy­lu) ka­dın­la­ra ait bir sta­tü sem­bo­lü an­la­mı­nı ko­ru­du­ğu söy­le­ne­bi­lir.
Tev­rat’ın atıf­la­rı da­ha son­ra Ya­hu­di söz­lü ge­le­ne­ğin­de ba­şör­tü­sü­nün ka­tı ku­ral­la­ra bağ­lan­ma­sı için ye­ter­li ol­muş; bu­nun­la bir­lik­te ba­şör­tü­sü, say­gın­lı­ğın ya­nın­da if­fe­tin, pa­gan kül­tü­re kar­şı ta­vır alı­şın ve ka­dı­nın ko­ca­sı­na ai­di­ye­ti­nin de bir gös­ter­ge­si ola­rak an­lam­ca ço­ğal­mış­tır.
HIRISTİYANLIKTA BAŞ ÖRTÜSÜ
HI­RİS­Tİ­YAN­LIK, Ya­hu­di­lik­te ka­nun­la­şan uy­gu­la­ma­yı sür­dür­müş­tür.
Ba­şör­tü­sü İn­cil’de Pav­lus’un Ko­rint­li­ler’e yaz­dı­ğı bir mek­tup­la ye­ri­ni al­mış­tır. Bu met­ne gö­re ba­şör­tü­sü di­ğer ilahî din­le­rin me­tin­le­rin­de hiç­bir şe­kil­de bu­lun­ma­yan bir se­be­be, ka­dı­nın ya­ra­tı­lış­ça er­kek­ten aşa­ğı­da yer al­ma­sı­na bağ­lan­mış­tır.
 Bugün Ba­tı’da ve Ba­tı et­ki­sin­de­ki top­lum­lar­da ba­şör­tü­sü­nün ka­dı­nın kö­le­li­ği­ni/ikin­cil­li­ği­ni ve top­lum dı­şı­na iti­li­şi­ni ifa­de et­ti­ği şek­lin­de­ki yay­gın gö­rü­şün te­me­lin­de tam da bu İn­cil’de­ki yer alış bi­çi­mi­nin ol­du­ğu söy­le­ne­bi­lir.
ARAPLARDA BAŞ ÖRTÜSÜ
KUR’ÂN’ın nü­zu­lün­den ön­ce Arap top­lu­mu­na ge­lin­di­ğin­de ise baş­la­rı­nı yüz­le­riy­le bir­lik­te ve­ya yüz­le­ri açık ola­rak ör­ten ka­dın­lar ve er­kek­le­rin ya­nın­da az sa­yı­da da ol­sa ört­me­yen­le­re de rast­lan­mak­ta­dır.
 Mo­dern dö­ne­me ka­dar ge­le­nek­sel top­lum­la­rın he­men hep­sin­de ka­dın­la­rın ya­nın­da er­kek ve ço­cuk­la­rın da baş­la­rın­da çe­şit­li şe­kil­ler­de baş­lık ve ör­tü bu­lun­du­ğu ha­tır­lan­ma­lı­dır.
 Esa­sen ba­şın tü­müy­le açık olu­şu sa­de­ce ka­dın­lar için de­ğil tüm in­san­lar için nev­zu­hur bir du­rum­dur.
Arap top­lu­mun­da İZAR (ETEK), DIR (EL­Bİ­SE) gi­bi giy­si­le­rin üze­rin­de ba­şa ör­tü­len, ör­tün­me şek­li ve bü­yük­lü­ğü­ne gö­re çe­şit­li isim­ler alan baş ör­tü­le­ri mev­cut­tur.
 Bu ör­tü tür­le­rin­den Kur’ân met­nin­de yer alan­lar, “Hİ­MAR” VE “CİL­BAB”TIR.
 Hİ­MAR, yüz açık ola­rak gi­yi­len bir ba­şör­tü­sü­dür;
CİLBAB: bu ba­şör­tü­le­rin en bü­yü­ğü olan cil­bab ise bir şal gi­bi tüm giy­si­le­rin üze­ri­ne sa­lın­mak­ta ve çe­şit­li uzunluklarda ola­bil­mek­te­dir.
Dö­ne­min Arap top­lu­mun­da ge­nel ola­rak ata­er­kil bir ya­pı mev­cut­sa da be­lir­gin sos­yal ta­ba­ka­laş­ma ay­rı­mın er­kek-ka­dın ola­rak ya­pıl­ma­sın­dan zi­ya­de asil-kö­le ola­rak ya­pıl­ma­sı­na yol aç­mış­tır. Bu­na gö­re aris­tok­rat ka­dın­lar dü­şük se­vi­ye­li ka­bi­le er­kek­le­rin­den ve kö­le­ler­den da­ha faz­la nü­fu­za sa­hip­tir.
 Ca­ri­ye ve kö­le­ler en dü­şük sta­tü­de yer al­mak­ta, hukuki uy­gu­la­ma­lar­da mül­ki­ye­te tâ­bi ol­duk­la­rın­dan bir mal ile eşit de­ğer­de tu­tul­mak­ta­dır­lar.
Ca­ri­ye­ler fu­huş yap­ma­ya zor­la­na­bi­lir­ken; bu, hür ka­dın­lar­dan ke­sin­lik­le bek­le­nen bir du­rum de­ğil­dir. Ay­rı­ca bu dö­nem­de top­lum­sal ri­tü­el­ler­le be­lir­len­miş çe­şit­li ni­kâh şe­kil­le­ri mev­cut­tur ki bun­lar fu­huş bi­le sa­yıl­ma­mak­ta­dır.
 Nes­lin ka­rış­ma­sı­na yol açan bu tür iliş­ki­ler, Kur’ân’ın, na­zil ol­ma­ya baş­la­dı­ğı ilk yı­lın­dan iti­ba­ren or­ta­dan kal­dır­ma yö­nün­de üze­rin­de dur­du­ğu ko­nu­lar­dan ol­muş­tur.
Bu dö­nem­de ca­ri­ye ve ha­fif meş­rep ka­dın­lar cil­bab kul­lan­ma­mak­ta,
 hi­mar kul­la­nan­lar ise uç­la­rı­nı ar­ka­la­rı­na sa­la­rak de­kol­te­le­ri­ni açık bı­ra­ka­bil­mek­te­dir.
Dö­ne­me ait giy­si ta­rif­le­ri­ne gö­re el­bi­se­le­rin ya­ka kı­sım­la­rı ol­duk­ça açık­tır, bu ne­den­le gö­ğüs­le­rin bir kıs­mı da gö­rü­le­bil­mek­te­dir.
Hür ka­dın­lar ise ge­nel ola­rak ör­tü­lü­dür­ler. Bu uy­gu­la­ma ör­tün­me­nin, Or­ta Asur ka­nun­la­rın­da ye­ri­ni bu­lan, Tev­rat ve İn­cil’de işa­ret edi­len hür­lük/say­gın­lık yö­nü­nün de­va­mı ni­te­li­ğin­de gö­rün­mek­te­dir.

KURANDA BAŞ ÖRTÜSÜ
Ka­dı­nın ör­tün­me­sin­den söz eden Kur’ân ayet­le­ri Ah­zab ve Nur su­re­le­rin­de yer alır.
 Bu iki­si ara­sın­da ön­ce na­zil olan Ah­zab Su­re­si’nde­ki ayet­ler­dir ki bun­lar Kur’ân’ın nü­zu­lü­nün 17., hic­re­tin 5. yı­lın­da Hen­dek Sa­va­şı’nı ta­kip eden ay­da gel­miş­tir.
Söz ko­nu­su aye­tin an­la­şı­la­bil­me­si, dö­ne­min şart­la­rı­nın bi­lin­me­si ve aye­tin bir­lik­te na­zil ol­du­ğu di­ğer ayet­ler­le beraber okun­ma­sı­na bağ­lı­dır.
 Ah­zab Su­re­si 59. ayet şöy­le­dir:
Ey Pey­gam­ber, eş­le­ri­ne, kız­la­rı­na ve ina­nan­la­rın ka­dın­la­rı­na söy­le, cil­bâb­la­rı­nı üst­le­ri­ne sal­sın­lar, on­la­rın ta­nın­ma­sı ve in­ci­til­me­me­si için en el­ve­riş­li olan bu­dur. Al­lah çok ba­ğış­la­yan, çok esir­ge­yen­dir.
”Aye­tinnü­zul se­be­bi, tef­sir, ha­dis ve ta­rih kay­nak­la­rı­nın an­la­tı­mı­na gö­re şöy­le­dir:
Üze­ri­ne cil­bab alan ka­dın­lar ‘hür’, al­ma­yan­lar ‘ca­ri­ye’dir.
Kö­tü ni­yet­li er­kek­ler hür ka­dın­la­ra her­han­gi bir say­gı­sız­lık ya­pa­maz­ken, ca­ri­ye­le­re söz­lü ve­ya fii­lî ta­ciz­de bu­lu­na­bil­mek­te­dir­ler. Özel­lik­le ge­ce vak­ti cil­ba­bı­nı al­mak­sı­zın dı­şa­rı çı­kan hür bir ha­nım ta­nın­ma­dı­ğın­dan, ca­ri­ye ol­du­ğu zan­nıy­la ta­ci­ze ma­ruz ka­la­bil­mek­te­dir.
 İş­te bu ayet, hür ka­dın­la­rın do­ku­nul­maz­lı­ğı­nı sağ­la­ma­ya yö­ne­lik ola­rak, câ­ri olan cil­bab ge­le­ne­ği­nin uy­gu­lan­ma­sı­nı is­te­miş­tir.
Be­lir­til­di­ği gi­bi bu ge­le­nek Kur’ân ön­ce­si uzun bir geç­mi­şe sa­hip­tir. Hür-ca­ri­ye ay­rı­mı­nı esas ala­rak hür ka­dın­la­ra do­ku­nul­maz­lık sağ­la­yan bu aye­te da­ya­na­rak, bu­gün Müs­lü­man ka­dın­la­rın çar­şaf vb. to­puk­la­ra ka­dar uza­nan yek­pa­re bir giy­siy­le ör­tün­me­si ge­re­ği­ni çı­kart­mak aye­ti ken­di bağ­la­mın­dan ko­par­mak an­la­mı­na ge­le­cek­tir.
Bu ayet­ten yak­la­şık bir yıl son­ra ge­len
NUR SU­RE­Sİ 31. AYET İSE ŞÖY­LE­DİR:
 Mü­min ka­dın­la­ra da söy­le: ‘Göz­le­ri­ni sa­kın­sın­lar, ırz­la­rı­nı ko­ru­sun­lar.
 Ziy­net­le­ri­ni gös­ter­me­sin­ler.
An­cak ken­di­li­ğin­den gö­rü­nen­ler ha­riç.
 Ba­şör­tü­le­ri­ni (hu­mu­ri­hin­ne) ya­ka­la­rı­nın üze­ri­ne koy­sun­lar.
 Ziy­net­le­ri­ni kim­se­ye gös­ter­me­sin­ler.
 Yal­nız ko­ca­la­rı­na ya­hut ba­ba­la­rı­na ya­hut ko­ca­la­rı­nın ba­ba­la­rı­na ya­hut oğul­la­rı­na ya­hut ko­ca­la­rı­nın oğul­la­rı­na ya­hut kar­deş­le­ri­ne ya­hut kar­deş­le­ri­nin oğul­la­rı­na ya­hut kız kar­deş­le­ri­nin oğul­la­rı­na ya­hut ka­dın­la­rı­na ya­hut el­le­ri­nin al­tın­da bu­lu­nan­la­rı­na ya­hut ka­dı­na ih­ti­ya­cı bu­lun­ma­yan er­kek­ler­den tâ­bi­le­ri­ne ya­hut he­nüz ka­dın­la­rın mah­rem yer­le­ri­ni an­la­ma­yan ço­cuk­la­ra.
 Giz­le­dik­le­ri süs­le­ri­nin bi­lin­me­si için ayak­la­rı­nı vur­ma­sın­lar’.
Ey mü­min­ler, top­lu­ca Al­lah’a tev­be edin ki fe­lâ­ha ere­si­niz.”
Tef­sir, ha­dis ve ta­rih kay­nak­la­rı­na gö­re dö­ne­min ka­dın­la­rı za­ten ba­şör­tü kul­lan­mak­ta, an­cak ba­zı ka­dın­lar bun­la­rı sırt­la­rı­na sa­la­rak de­kol­te­le­ri­ni açık bı­rak­mak­ta, bu gi­yim tarz­la­rıy­la da ca­ri­ye­le­re ben­ze­mek­te­dir­ler.
Bir ri­va­ye­te gö­re Hz. Ai­şe ba­şör­tü­le­ri­nin sağ uç­la­rı­nı ön­le­rin­den ge­çi­rip sol omuz­la­rı­na ata­rak ör­tün­dük­le­ri­ni be­lirt­miş­tir. Bu aye­tin nü­zul se­be­bin­den an­la­şıl­dı­ğı ka­da­rıy­la ba­zı ka­dın­lar için ken­din­den ön­ce ge­len Ah­zab Su­re­si 59. aye­tin tav­si­ye­si ye­ter­li ol­ma­mış gö­rün­mek­te­dir.
 Bu ayet­le sırt­la­ra sa­lı­nan ba­şör­tü (hi­mar) uç­la­rı­nın el­bi­se ya­ka­la­rı­nın üze­ri­ne ör­tül­me­si is­ten­miş ve de­kol­te­le­ri­ni kim­le­re gös­te­re­bi­le­cek­le­ri be­lir­til­miş­tir.
Ay­rı­ca aye­tin ba­şın­da ge­çen “göz­le­rin sa­kı­nıl­ma­sı, ırz­la­rın ko­run­ma­sı” bu ayet ön­ce­sin­de­ki 30. ayet­te er­kek­ler­den de is­te­nen bir du­rum­dur.
Ta­be­rî, İbn Ebî Hâ­tim, Cas­sâs, Ze­mah­şe­rî gi­bi ilk dö­nem mü­fes­sir­le­rin tef­sir­le­ri, ge­rek bu dö­ne­mi an­la­tan ta­rih ki­tap­la­rı, ge­rek­se ha­dis ri­va­yet­le­ri­ne şöy­le bir göz atıl­dı­ğın­da da­hi ba­şör­tü­sü­nün ken­din­den ön­ce ol­du­ğu gi­bi o dö­nem­de de kul­la­nıl­dı­ğı, Kur’ân’ın yön­len­dir­me­siy­le kul­la­nı­mı­na bir çe­ki­dü­zen ve­ril­di­ği gö­rü­le­bi­lir.
Aye­tin yo­rum­lan­ma­sın­da ilk ve kla­sik dö­nem tef­sir­le­rin­de it­ti­fa­ka ya­kın bir du­rum söz ko­nu­su iken;
gü­nü­müz­de mü­fes­sir ola­rak ni­te­len­di­ri­le­me­ye­cek ba­zı yo­rum­cu­la­rın, aye­tin“Ziy­net­le­ri­ni gös­ter­me­sin­ler. An­cak ken­di­li­ğin­den gö­rü­nen­ler ha­riç. Ba­şör­tü­le­ri­ni ya­ka­la­rı­nın üze­ri­ne koy­sun­lar.”
kıs­mı ile il­gi­li ola­rak or­ta­ya at­tık­la­rı yo­rum­lar tar­tış­ma­la­ra ne­den ol­mak­ta­dır. Bu yo­rum­la­rın or­tak özel­li­ği, ayet­le­rin, ge­le­nek­sel yo­rum yön­te­min­den fark­lı ola­rak ta­rih­sel bağ­la­mın­dan ve bu bağ­lam­da kul­la­nı­lan dil­den ko­pa­rı­la­rak yo­rum­cu­nun için­de bu­lun­du­ğu sos­yo-kül­tü­rel ve psi­ko-sos­yal şart­la­rın iti­ci gü­cüy­le, salt me­tin­sel­ci bir oku­may­la yo­rum­lan­mış ol­ma­sı­dır.
İti­ci güç­le­rin fark­lı­lı­ğı, hem Kur’ân’ın na­zil ol­du­ğu dö­nem­den hem de bir­bi­rin­den çok fark­lı, zıt de­ni­le­bi­le­cek öz­nel yo­rum­la­rın or­ta­ya çık­ma­sı­na ne­den ol­muş­tur.
Ör­ne­ğin, bu yo­rum­lar­dan bi­ri­ne gö­re, ayet­te, ör­tül­me­si is­te­nen yer gö­ğüs ol­du­ğun­dan, ba­şın ka­pa­tıl­ma­sı­na da­ir bir ifa­de yer al­ma­mak­ta­dır.
Bu­ra­da yo­rum­cu “hi­mar-hu­mur” söz­cük­le­ri­ni, ko­nuy­la il­gi­li ri­va­yet­le­ri, mü­fes­sir ve­ya fa­kih­le­rin gö­rüş­le­ri­ni hat­ta atıf­ta bu­lun­du­ğu söz­lük­le­ri dik­ka­te al­mak­sı­zın, tek ve ge­nel kök an­la­mıy­la “ör­tü” ola­rak al­mış ve bu­nun­la göğ­sün ör­tü­le­ce­ği­ni be­lirt­miş­tir.
Ko­nuy­la il­gi­li çok sa­yı­da­ki ha­dis ri­va­ye­ti­ni dik­ka­te al­ma­yan, bu ri­va­yet­le­ri, kla­sik tef­sir­le­ri, ge­le­ne­ğe ait tüm eser­le­ri ve bin­ler­ce yıl­dır ya­şa­yan ge­le­ne­ği tü­müy­le “bi­lim dı­şı, hu­ra­fe” ola­rak de­ğer­len­di­ren yo­rum­cu, “er­kek­ler­le ka­dın­la­rın ay­nı kap­tan ab­dest al­ma­la­rı” ile il­gi­li ri­va­ye­ti (mü­te­va­tir ola­rak ni­te­ler),hi­mar” söz­cü­ğü­nün kök an­la­mıy­la bir­lik­te aye­tin tek tef­sir kay­na­ğı ola­rak kul­lan­mak­ta­dır. Yo­rum­cu “bi­lim­sel” bul­du­ğu bu tek yo­ru­mun ri­va­ye­ti­nin, mü­te­va­tir olup ol­ma­dı­ğı­nı (ki ahad ha­ber ol­du­ğu söy­len­miş­tir), ha­dis­te ge­çen ka­dın­lar­la er­kek­le­rin bir­bi­ri­nin mah­re­mi ola­bi­le­cek­le­ri­ni, su ka­bı­nı kul­lan­ma sı­ra­sı­nın yanı sıra ka­bın bü­yük­lü­ğü ve kaç ki­şi­nin bu­lun­du­ğu­nun da bi­lin­me­di­ği­ni dik­ka­te ala­rak bi­lim­sel(!) bir ça­lış­ma­da bu­lun­muş mu­dur?
Aye­tin “ken­di­li­ğin­den gö­rü­nen­ler ha­riç” (açık­ta bı­ra­kı­la­bi­le­cek alan) kıs­mı­nı, kla­sik tef­sir ve fı­kıh kay­nak­la­rın­dan ödünç alı­nan “örf: el-‘âde­tu’l-câ­riy­ye” (uy­gu­la­na­ge­len ge­le­nek) esa­sı­nı kul­la­na­rak “alı­şıl­mış açık­lık” ola­rak ta­rif edip tüm mo­dern gi­yim­le­ri (sa­hil­le­rin yaz gi­yim­le­ri dâ­hil) bu kap­sa­ma alı­ver­mek de aye­ti tüm bağ­lam­la­rın­dan ko­pa­rıp ha­va­da ası­lı bir me­tin ola­rak de­ğer­len­dir­me­nin bir ne­ti­ce­si ol­sa ge­rek­tir.
 Örf, uzun bir za­man di­li­mi içe­ri­sin­de ve vah­yin de et­ki­siy­le Müs­lü­man top­lu­mun bü­yük ke­si­mi ta­ra­fın­dan yoğ­ru­la­rak or­ta­ya çık­mış du­rum­lar için kul­la­nı­la­bi­lir; ki ayet ta­ra­fın­dan da teş­vik edi­len bin­ler­ce yıl­dır de­vam eden ka­dın gi­yi­mi, ken­di coğ­ra­fi-kül­tü­rel özel­lik­le­ri­ni yan­sı­tan çe­şit­li­lik­te­ki ba­şör­tü­lü ka­dın gi­yi­mi­dir.
Tü­ke­ti­min kö­rük­len­me­si­ni sağ­la­yan öz­gür­lük söy­lem­le­ri ve mo­da­nın et­ki­siy­le sü­rek­li de­ği­şik­lik gös­te­ren ve­ya te­pe­den in­me bir dev­rim­le top­lu­ma da­ya­tı­lan bir gi­yim tar­zı­nın (ya­şam bi­çi­mi­nin) Müs­lü­man top­lu­mun iç­sel­leş­tir­di­ği (içi­ne sin­dir­di­ği) “örf” kap­sa­mın­da ele alı­na­ma­ya­ca­ğı çok açık­tır.
Bedriye Yılmaz-Anlayış dergisi
"KURAN'DA BAŞÖRTÜSÜ FARZ DEĞİL"
 Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, İslam  dininde başörtüsünün yeri olmadığını ve Kuran'da da başörtüsünün farz olduğuna dair herhangi bir ayetin bulunmadığını ileri sürdü.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün Yahudilikte bir gelenek olduğuna dikkat çekerek, Yahudi geleneğinin İslam’ı etkilediğini iddia etti.
Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün İslam dininin bir emri olmadığını savunarak, bu konuda şu görüşleri ileri sürdü:
“Dini temeller bakımından başörtüsü, kesinlikle dinin bir emri, ya da farz ibadeti değildir.
İnançla da ilgili uygulanan bir ibadet olmadığı halde, sanki dini bir emirmiş ve farzmış gibi yansıtılıyor. Başörtüsü takılmadığı takdirde de, dini yönden büyük cezaları varmış gibi hareket ediliyor. 

Burada, siyasi ve sosyal anlamda çözüme ilişkin kamusal bir dinsellik yaratılmıştır.
 Normalde baş örütüsü ile ilgili olduğu belirtilen ayetlerde Nur Suresi 30,31, 33. Ahzab Suresinin 59’uncu ayetlerinde, sadece bir tanesinin baş örtüsü ile ilgili olduğu iddia ediliyor. O da Arapların, İslam öncesinde başlarına taktıkları örtünün çeki düzeni ile ilgili bir ayettir. Daha önce Arap kadınlarının göğüsleri ve pek çok bölgeleri açıktı.
Hatta Kabe’yi bile çıplak tavaf ederlerdi. Çıplak tavaf etmenin bir fazilet olduğunu düşünürlerdi. Örtünme ayetleri, gerek kadının, gerekse erkeğin her ikisine birden geçerlidir.
Temel, kaba avret yerlerinin açık olmasından dolayı toplum içinde hoş karşılanmayan kaba avret yerlerinin (ön ve arkalarını) ve kadınların göğüslerinin örtülmesine yönelik emirlerdir.
Ama son dönemlerde başörtüsü siyasallaştığı için, kamusal bir dinsellik yaratıldığından dolayı, insanın temel örtünmesine ilişkin ayetleri, tamamen başörtüsü simgesinde toplamışlar ve bunun bir farz ve emir olduğu söylenmiştir.
BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK VE KADINA ÖZGÜRLÜK’, TAMAMEN SİYASİ VE SOSYOLOJİK BİR HADİSEDİR. BAŞÖRTÜSÜNÜN FARZ OLDUĞUNU KİMSE İDDİA EDEMEZ.”

‘KURAN’DA BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL, HIMAR GEÇİYOR’
Kuran da başörtüsü ifadesinin yer almadığını savunan Doç. Dr. Filiz, “Kuran-ı Kerim’de sadece ‘Hımar’ kelimesi giçiyor. ‘Hımar’ kelimesi, normal bir örtüyü ifade etmektedir. Başörtüsünü değil.
 Giysi sıkıntısının çekildiği, hatta çıplak ibadet edildiği dönemde, Kuran’ı Kerim’in söylediği şuydu: ‘Nasıl Hz. Adem ile Havva’nın cennet açıldığında ön ve arkaları açılınca, doğal olarak, kendi yaratılışları icabı örtündülerse, siz de öyle örtünün’ demektedir. Yoksa başınızı, saçınızı örtün, örtmediğiniz takdirde yaptığınız haramdır anlamına gelmez.” dedi.

‘KADININ İNSAN OLDUĞUNU HAZMEDEMEDİK’
Doç. Dr. Filiz, “Başörtüsü söyleminin arkasında yatan unsur; İslamın, insana ve kadına vermiş olduğu hak ve şeref payesini, henüz İslam  toplumu içine sindirebilmiş değildir. 

Kadını, insan diye görmeyen kültürden gelen müslümanlar, henüz daha islamın, kadını insan olarak görmesi emrini hazmetmiş değiller.
Hala daha akademik seviyede bile cariyeler ve hür kadınlar şeklinde ayrımlar vardır.
Hatta, deniyor ki, “Hür kadınlar örtünür de, cariyeler örtünmez.’ Peki “kim bu cariyeler”, denince,buna cevap yok.
 Burada başörtüsünün, belirli sınıfa ait hür kadınların, bir simgesi olarak gösterilmesi ve başını açanların ise kadın bile sayılmadığı söylemleriyle karşılaşıyoruz ” dedi.
Hz. Muhammed’in de başörtüsü ile ilgili net bir hadisinin bulunmadığını belirten Filiz, başörtüsü ile ilgili olan rivayetlerin birbiri arasında çelişki içerdiğini söyledi.

‘YAHUDİ GELENEĞİ İSLAM’I ETKİLEDİ’
Başörtüsünün Yahudi geleneği olduğunu da anlatan Doç. Dr. Filiz, Tevrat ve Talmud’da başörtüsü ile ilgili ayetlerin bulunduğunu belirterek şunları söyledi:
“Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde, ‘Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur. İffet ve namusun korunmasının ölçüsü baş örtüsüdür. Baş çirkindir, örtülmesi gerekir. Başörtüsüz hiçbir kadın dışarı çıkmamalıdır’ denilmektedir. Yahudi geleneği direkt olarak İslam’ı etkilemiştir. Yoksa İslam’da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir. İslam’da, oruç tutmadığınızda, tutmadığınız oruçu ya sonradan tutarak telafi edersiniz, ya da parasını ödersiniz.
Başörtüsü, örtemeyenler ile ilgili kesin bir ceza yoktur.
 76 tane temel farzdan bahsedilmektedir. Bu 76 farzda kesinlikle başörtüsü geçmemektedir.
Kesin bir dini emir diyeceksiniz ve yapmayan hakkında da bunun bir cezası yok diyeceksiniz.
Allah ile kul arasında diyeceksiniz.
Allah ile kul arasında ise, kamusal alana dinsellik taşınmak isteniyor. Dinsel kanıtlarda dil oyunu yapılıyor.”
İsmail  AKAYA / HÜRRİYET



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.