MUHARREM AYI VE AŞURE
GÜNÜ :
"Şehrullahi'l-Muharrem"
olarak meşhur olan, yani "Allah'ın
ayı Muharrem" olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin,
Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır.
Allah'ın ayı, günü ve yılı olmaz, ancak Allah'ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.
Âşura Günü ise Muharrem'in 10. günüdür. Âşura Gününün Allah katında ayrı bir yeri vardır. Bugünde Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve kudsiyetini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.
Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşura Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.
Âşura Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan "On geceye yemin olsun" ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz.
Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem'in Âşurasine kadar geçen gece olduğu beyan edilmektedir
Allah bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir.
Bugüne "Âşura" denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Allah Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1. Allah, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur .İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tevbeleri kabul edeceğine dair hadisler mevcuttur.
Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Medine'ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
"Bu ne orucudur?" diye sordu.
Yahudiler, "Bugün Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı Firavun'u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti Aşûra günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh Aleyhisselâmdan itibaren mukaddes olarak biliniyor, İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim Aleyhisselâmdan beri mukaddes bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu.
"Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı." 'Buhari, Savm: 69.
O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. "İsteyen tutar, isteyen terk edebilir" buyurdu .Böylece Âşura orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.
Âşura orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:
"Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?"
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, "Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir" buyurdu)
Yine Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur) hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.
Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali, "Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir" demektedir.Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, mü'minin aile efradına Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.
Bîr hadiste şöyle buyurular: "Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder .Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.
Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem'ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ'da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin'i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir. Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kader hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.
Allah'ın ayı, günü ve yılı olmaz, ancak Allah'ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.
Âşura Günü ise Muharrem'in 10. günüdür. Âşura Gününün Allah katında ayrı bir yeri vardır. Bugünde Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve kudsiyetini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.
Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşura Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.
Âşura Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan "On geceye yemin olsun" ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz.
Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem'in Âşurasine kadar geçen gece olduğu beyan edilmektedir
Allah bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir.
Bugüne "Âşura" denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Allah Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1. Allah, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur .İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tevbeleri kabul edeceğine dair hadisler mevcuttur.
Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Medine'ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
"Bu ne orucudur?" diye sordu.
Yahudiler, "Bugün Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı Firavun'u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti Aşûra günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh Aleyhisselâmdan itibaren mukaddes olarak biliniyor, İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim Aleyhisselâmdan beri mukaddes bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu.
"Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı." 'Buhari, Savm: 69.
O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. "İsteyen tutar, isteyen terk edebilir" buyurdu .Böylece Âşura orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.
Âşura orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:
"Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?"
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, "Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir" buyurdu)
Yine Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur) hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.
Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali, "Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir" demektedir.Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, mü'minin aile efradına Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.
Bîr hadiste şöyle buyurular: "Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder .Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.
Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem'ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ'da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin'i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir. Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kader hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.
MUHARREM ORUCUNUN
DİNSEL KAYNAKLARI ÜZERİNE
Kuran’da: “Andolsun tan yerinin ağarma vaktine ve on geceye.” deniliyor. Yine Kuran’da: “Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.” deniliyor. Alevi inancına göre bu ayetler; Muharrem orucu ile ilgilidir. “Andolsun tan yerinin ağarma vaktine ve on geceye.” sözündeki on geceden kasıt, on gün tutulan oruçtur. Sizden öncekilere farz kılındığı gibi demekle, Hz. Muhammed öncesi peygamberler kastediliyor. Çünkü Kuran’da: “Sizden önce gönderdiğimiz resullerimize uygulanan yasa da buydu. Sen bizim yol ve yasamızda değişme bulamazsın.” deniliyor.İşte, Hz. Muhammed öncesi tutulan oruç, Muharrem orucudur, bu orucu Peygamberimiz Hazreti Muhammed de tutmuştur. Öyle ise hangi peygamberler bu orucu tutmuştur? Din bilginlerine göre Muharrem’de oruç tutan peygamberler şunlardır:
1. Adem Peygamber, 10 Muharrem günü eşi Havva ile buluştuğu zaman, yüce Allah’a şükür amacıyla bu orucu tutmuştur.
2. Nuh Aleyhisselam, 10 Muharrem günü tufandan kurtulunca, Tanrı’ya şükür için bu orucu tutmuştur. Ayrıca o gün gemide kalan erzakları bir araya getirerek aşure pişirmiştir. Aşr, on demektir, aşur veya aşura, Muharrem’in onuncu günü pişirilen buğday tatlısıdır.
3. Hz. İbrahim Peygamber, Nemrut’un attığı ateşten kurtulunca, Allah’a şükretmek için oruç tutmuştur.
4. İshak veya İsmail Peygamber, kurban olmaktan kurtulunca, Allah’a şükretmek için oruç tutmuştur.
5. Yakup Peygamber, oğlu Yusuf’a kavuştuğu zaman şükretmek için oruç tutmuştur.
6. Eyüp Peygamber, ağır dertlerinden kurtulunca şükretmek için oruç tutmuştur.
7. Yunus Peygamber, balığın karnından kurtulunca şükretmek için oruç tutmuştur.
8. Musa Peygamber, Firavun’un gazabından kaçarken, Kızıl Denizin, mucizevi bir şekilde kendisine yol vermesine şükretmek için oruç tutmuştur.
9. İsa Peygamber, şükretmek için oruç tutmuştur.
10. Son peygamber, Tanrı elçisi Hazreti Muhammed Mustafa da Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulmak için Medine’ye hicret etti. Medine’ye sağ salim dönmesi üzerine Allah’a şükretmek için on gün oruç tuttu ve aşure pişirdi.
İşte, isimlerini saydığımız bu peygamberler, kendileri için kurtuluş, kavuşma ve müjde günü sayılan bu günlerde, bir gün kendileri için, birer gün de kendisinden önceki peygamberlerin tuttuğu orucu tutmuşlardır. Bu peygamberler için kurtuluş veya müjde günü sayılan on muharrem günü, Hazreti Peygamber’in torununa felaket ve musibet günü olmuştur.
Biz Aleviler işte bu dinsel nedenlerle Muharrem ayında oruç tutmaktayız. Orucumuz peygamberlerin tuttuğu oruçtur. Bizim orucumuz aynı zamanda bir yastır. Kerbela katliamının kurbanları için duyduğumuz acının tüm ruhumuz ve bedenimizle ifadesi olan orucumuz ve matemimiz Allah rızası içindir. Allah rızası için yapılan her güzel davranış hiç kuşku yok ki bir ibadettir. Müminlerin amacı yüce Allah’ın sevgisine ulaşmaktır. Onun rızasını kazanmaktır. Gerçek bir mümin için dünyada Allah’ın rızasından daha önemli, daha değerli ve daha sevimli hiçbir şey yoktur.
Ne mutlu Allah rızası için oruç tutan canlara !
Ne mutlu Ehlibeyte gönül verenlere
Kuran’da: “Andolsun tan yerinin ağarma vaktine ve on geceye.” deniliyor. Yine Kuran’da: “Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.” deniliyor. Alevi inancına göre bu ayetler; Muharrem orucu ile ilgilidir. “Andolsun tan yerinin ağarma vaktine ve on geceye.” sözündeki on geceden kasıt, on gün tutulan oruçtur. Sizden öncekilere farz kılındığı gibi demekle, Hz. Muhammed öncesi peygamberler kastediliyor. Çünkü Kuran’da: “Sizden önce gönderdiğimiz resullerimize uygulanan yasa da buydu. Sen bizim yol ve yasamızda değişme bulamazsın.” deniliyor.İşte, Hz. Muhammed öncesi tutulan oruç, Muharrem orucudur, bu orucu Peygamberimiz Hazreti Muhammed de tutmuştur. Öyle ise hangi peygamberler bu orucu tutmuştur? Din bilginlerine göre Muharrem’de oruç tutan peygamberler şunlardır:
1. Adem Peygamber, 10 Muharrem günü eşi Havva ile buluştuğu zaman, yüce Allah’a şükür amacıyla bu orucu tutmuştur.
2. Nuh Aleyhisselam, 10 Muharrem günü tufandan kurtulunca, Tanrı’ya şükür için bu orucu tutmuştur. Ayrıca o gün gemide kalan erzakları bir araya getirerek aşure pişirmiştir. Aşr, on demektir, aşur veya aşura, Muharrem’in onuncu günü pişirilen buğday tatlısıdır.
3. Hz. İbrahim Peygamber, Nemrut’un attığı ateşten kurtulunca, Allah’a şükretmek için oruç tutmuştur.
4. İshak veya İsmail Peygamber, kurban olmaktan kurtulunca, Allah’a şükretmek için oruç tutmuştur.
5. Yakup Peygamber, oğlu Yusuf’a kavuştuğu zaman şükretmek için oruç tutmuştur.
6. Eyüp Peygamber, ağır dertlerinden kurtulunca şükretmek için oruç tutmuştur.
7. Yunus Peygamber, balığın karnından kurtulunca şükretmek için oruç tutmuştur.
8. Musa Peygamber, Firavun’un gazabından kaçarken, Kızıl Denizin, mucizevi bir şekilde kendisine yol vermesine şükretmek için oruç tutmuştur.
9. İsa Peygamber, şükretmek için oruç tutmuştur.
10. Son peygamber, Tanrı elçisi Hazreti Muhammed Mustafa da Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulmak için Medine’ye hicret etti. Medine’ye sağ salim dönmesi üzerine Allah’a şükretmek için on gün oruç tuttu ve aşure pişirdi.
İşte, isimlerini saydığımız bu peygamberler, kendileri için kurtuluş, kavuşma ve müjde günü sayılan bu günlerde, bir gün kendileri için, birer gün de kendisinden önceki peygamberlerin tuttuğu orucu tutmuşlardır. Bu peygamberler için kurtuluş veya müjde günü sayılan on muharrem günü, Hazreti Peygamber’in torununa felaket ve musibet günü olmuştur.
Biz Aleviler işte bu dinsel nedenlerle Muharrem ayında oruç tutmaktayız. Orucumuz peygamberlerin tuttuğu oruçtur. Bizim orucumuz aynı zamanda bir yastır. Kerbela katliamının kurbanları için duyduğumuz acının tüm ruhumuz ve bedenimizle ifadesi olan orucumuz ve matemimiz Allah rızası içindir. Allah rızası için yapılan her güzel davranış hiç kuşku yok ki bir ibadettir. Müminlerin amacı yüce Allah’ın sevgisine ulaşmaktır. Onun rızasını kazanmaktır. Gerçek bir mümin için dünyada Allah’ın rızasından daha önemli, daha değerli ve daha sevimli hiçbir şey yoktur.
Ne mutlu Allah rızası için oruç tutan canlara !
Ne mutlu Ehlibeyte gönül verenlere
Prof. Dr. İzzettin
Doğan’ın Muharrem Orucu ile ilgili Görüşleri”
Kerbela'nın
anlamı nedir? Hz. Hüseyin Kerbela'da hangi düşüncenin ve inancın sembolüdür?
Tüm insanlığı kucaklayan ve en son din diye kabul edilen İslam'ın insanlara tebliğini yapan Hz. Muhammed'in torunu, kucağında, omzunda taşıdığı, küçükken sakalını çektiği, sevgisi ile gözlerinden her zaman yaşlar akan, Hz. Muhammed'in sevgili torunu Hz. Hüseyin'in, Kerbela'da şehit edilmesi anısına tutulan bir yas orucunun başlama günü bugün…
Bu olay neden çok önemli? Önemli; çünkü bu olay insanlık yaşadıkça bir daha çıkartılmayacak, insan ruhunun derinliklerine kazınmış bir olaydır ve birtakım sonuçları beraberinde getirmiştir.
Bu sorunun cevabını verirken artık bir matem havası içinde, bir yas havası içerisinde bu olayı vermekten kaçınmak lazım, bundan uzaklaşmak lazım.
Bundan yüzlerce yıl önce geçmiş olan bir olayı aynı tazelikle ruhunuzda sizin hissetmeniz gayet doğaldır; o, sizin ruh asaletinizin bir sonucu olabilir. Ama, insanlığın tümü için eğer evrensel sonuçlar çıkartıyorsanız, çıkarmak istiyorsanız bu olaydan; eğer birtakım evrensel değerlerin sembolü haline gelmişse Muharrem ve Muharrem ayında tutulan ve o yapılan kıyama karşı onun anısına tutulan oruç, bunun izahını yapmak gerekir.
Bu konuşmamızda da o açıdan önemlidir, yani artık bazı inanç guruplarının yaptıkları gibi sırtlarını zincirlerle döverek ya da kanın da adeta bulaştığı bir görünümün yansıtılması bizce olayın sağlıklı bir biçimde, akılcı boyutu ile gözler önüne serilmesini önler, olayı tamamen duygusal platformda tutmaya devam eder ki, bunun insanlığa kazandırabileceği bazı çok güzel şeyler olsa bile, asıl görmemiz gereken şeyleri gözden kaçırtabilir.
Tüm insanlığı kucaklayan ve en son din diye kabul edilen İslam'ın insanlara tebliğini yapan Hz. Muhammed'in torunu, kucağında, omzunda taşıdığı, küçükken sakalını çektiği, sevgisi ile gözlerinden her zaman yaşlar akan, Hz. Muhammed'in sevgili torunu Hz. Hüseyin'in, Kerbela'da şehit edilmesi anısına tutulan bir yas orucunun başlama günü bugün…
Bu olay neden çok önemli? Önemli; çünkü bu olay insanlık yaşadıkça bir daha çıkartılmayacak, insan ruhunun derinliklerine kazınmış bir olaydır ve birtakım sonuçları beraberinde getirmiştir.
Bu sorunun cevabını verirken artık bir matem havası içinde, bir yas havası içerisinde bu olayı vermekten kaçınmak lazım, bundan uzaklaşmak lazım.
Bundan yüzlerce yıl önce geçmiş olan bir olayı aynı tazelikle ruhunuzda sizin hissetmeniz gayet doğaldır; o, sizin ruh asaletinizin bir sonucu olabilir. Ama, insanlığın tümü için eğer evrensel sonuçlar çıkartıyorsanız, çıkarmak istiyorsanız bu olaydan; eğer birtakım evrensel değerlerin sembolü haline gelmişse Muharrem ve Muharrem ayında tutulan ve o yapılan kıyama karşı onun anısına tutulan oruç, bunun izahını yapmak gerekir.
Bu konuşmamızda da o açıdan önemlidir, yani artık bazı inanç guruplarının yaptıkları gibi sırtlarını zincirlerle döverek ya da kanın da adeta bulaştığı bir görünümün yansıtılması bizce olayın sağlıklı bir biçimde, akılcı boyutu ile gözler önüne serilmesini önler, olayı tamamen duygusal platformda tutmaya devam eder ki, bunun insanlığa kazandırabileceği bazı çok güzel şeyler olsa bile, asıl görmemiz gereken şeyleri gözden kaçırtabilir.
HZ. HÜSEYİN'İ, KERBELA'YA GETİREN OLAY
Hz. Hüseyin'i, Kerbela'ya getiren olay; Küfe'lilerin kendisini imam olmak üzere, halife olmak üzere davet etmeleridir. Yani, halkın Hz. Muhammed'in uygulamada gösterdiği ve kendi yaşadığı dönemde ve Veda Haccı'nda söylediği ilkelerin kendisinden sonra da yaşatılmasını emreden ilkelerinin uygulanması, emirlerinin yerine getirilmesi işleminden ibaretti.
Kendisi, nasıl Hakk'a yürüdükten sonra yerine İslâm için bir halifenin halk tarafından seçilmesini öngördü ise, yani cumhuri bir rejimi, yönetimin babadan oğula geçmeyen halkın iradesine dayanan bir şekilde gerçekleşmesini istiyorsa ve kendi yerine nasıl kendisinden sonra Ebubekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali seçildiyse, Hz. Ali'den sonra İslâm'da nasıl büyük bir çarpıklıkla halk tarafından seçilmesi gereken kişi yerine Muaviye'nin kendisinden sonra çocuğunun ondan sonra da onun çocuğunun, ondan sonra da onun çocuğunun çocuğunun yani hanedanlık dediğimiz, halk tarafından seçim yerine soydan gelen insa yönetilmesi gibi kötü ve yanlış, İslâm'a aykırı bir geleneğin kurulmasına öncülük yapmaya karşı çıkma düşüncesidir, Hz. Hüseyin'i Kerbela'ya getiren olay, Hz. Muhammed'in uygulamalarını devam ettirme isteğidir. Kerbela Olayı; Hz. Muhammed'in getirdiği dinin esaslarına uygun olarak seçilecek olan kişinin ehil olması, Kuran'ı Kerim'de ifade edildiği gibi emanetin yani, insan yönetimi fevkalade önemli bir emanettir, hiç kimsenin tasarrufundaki bir mevki değildir ve hiç kimsenin tasarrufunda olmayan bir mevkiinin ancak halk tarafından, halkın özgür iradesi ile baskı altında olmaksızın ve seçilecek olan kişinin öyle bir göreve ehil olmasının ancak seçimle tek kıstas olabileceği gibi, bugünkü çağdaş, modern demokrasilerde ki temel ilkelerinin 1300 küsur sene önce İslâmi toplumlarda ortaya atılmış olması ve bunu gerçekleştirmek üzere Hz. Hüseyin'in Kerbela'ya doğru ailesi ile, sevenleri ile birlikte yola çıkması olayıdır.
KERBELA'NIN GERÇEKTEN ÖNEMİ NEREDEN KAYNAKLANIYOR?
Kerbela'nın önemini bugüne kadar taşıyan, bugün daha da derinleştiren anlamını İslâm toplumları açısından, daha da önemli bir olay haline getirmiştir, emanetin ehline verilmesi olayı.
Neden bugünkü İslâm toplumları içerisinde diyorum: çünkü Mustafa Kemal Atatürk'ün İslâm'ın ruhuna uygun olarak, devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılarak inancın kendi alanında kalmasını hedef alan yaklaşımının ötesinde ve bunun bugün dış dünyadaki tecessümü (yansıması) olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin dışında bugün, hiçbir İslâm toplumu maalesef bu ilkeleri uygulayabilecek durumda değildir.Dikkat ederseniz tüm İslâm topluluklarında, yani 53'e yakın devlet vardır İslam dünyasında ve bu devletlerin hemen hemen tümünde Muaviye döneminde olduğu gibi bazı ailelerin nesilden nesile ulaşan kişiler tarafından yönetilmesi vardır.
Suudi Arabistan'da gördüğümüz gibi, Kuveyt'te gördüğümüz gibi, Pakistan, Endonezya, Sudan gibi ülkelerde gördüğümüz gibi de totaliter; ya da Mısır'da gördüğümüz gibi, Irak'ta gördüğümüz gibi diktatörlüklerle yönetilen hükümetler durumundadırlar.
Hz. Hüseyin'in, Kerbela'da bir ilkeyi gerçekleştirmek üzere sadece kendisinin değil, tüm aile efradı ile bir kişi hariç tümünün şahadet mertebesine ulaşan katilleri ile verilmek istenen mesaj maalesef 1300 küsur sene sonra Mustafa Kemal'in Türkiye'si dışında İslâm ülkelerin hepsinde hâlâ geçerliliğini koruyan bir örnek halindedir.
Bu, olayın siyasal açıdan, siyaset hukuku açısından, siyaset bilimi açısından çıkartabileceğimiz ilk sonucudur ama asıl Hz. Hüseyin'in şahadetinin tüm İslâm toplumlarında, sizin de ifade ettiğiniz gibi Alevi/Sünni ayrımı olmaksızın bugün herkesin hâlâ gözyaşı dökecek durumda olmasını insanlara yadırgatan şeydir asıl olay. Çünkü Hz. İsa da çarmıha gerilmiştir. O da öldürülmüştür. Tanrı'nın birliği, Tanrı düşüncesini insanlara nlarla bir toplumun anlatılmasını ifade için, Kuran'ı Kerim'in de bahsetmiş olduğu yani tüm insanların kabul ettiği bir peygamber olarak İsa da, çarmıha gerilmiştir, ama İsa'nın bıraktığı iz Hz. Hüseyin'inkinden çok farklıdır.
Hz. Hüseyin'in bıraktığı iz ile insanların gönlünde yaratmış olduğu sevgi o derinliğe işleyerek insanlara döktürdüğü gözyaşı ile Hz. İsa'nınki arasında kıyaslanamayacak kadar büyük farklar var.
Hz. Hüseyin için niye insanlar bu kadar çok fazla gözyaşı döker hale gelmişlerdir?
Çünkü onun öleceği biliniyordu. Hz. Muhammed de sevdiği torununun Kerbela'da şehit edileceğini biliyordu. Bu Tanrı'nın adeta bir emri idi. Bugün, artık yorumlanması gereken budur. Neden Hz. Hüseyin kurban olarak seçiliyordu? Ve niçin Peygamber'in canından çok sevdiği torunu Kerbela'da şehit edilecekti? Bunun üzerinde felsefi yorumlara gitmek lazım. Yani insanlığa buradan çıkaracağınız sonuçlarla ancak mesajlar verebilirsiniz.
Tanrı iradesinin hangi amacı güttüğünü bizler, bize Tanrı'nın vermiş olduğu akıl yolu ile ancak bazı eski deyimle istidlallerde bulunabiliriz. Yani bazı varsayımlarla, şu nedenden dolayı, bu nedenden dolayı Hz. Hüseyin'in kurban olarak seçilmesini belki Tanrı böyle istemiş olabilir, diyebiliriz.
Bize düşen bu varsayımları çıkartmak ama bu varsayımlara meşrutiyeti kazandıracak olan bu şahadet mertebesi ile insanlara ne verilmek istenmiştir? Böylesine güzel bir kurbanın seçilmesi insanlara hangi mesajlar, unutmasınlar diye insanların hemen bu olayı bilen herkesin büyük bir acı uyandırabilecek olan ve böylece de insanların dikkatini o değerlere doğru yöneltecek olan bir güzide kurbanı seçmeyi belki de yorumlamak gerekiyor, bundan sonra yapılması gereken o. Çünkü dökülen gözyaşlarına baktığımız zaman denebilir ki, insanlığın tarihinde Kerbela olayı kadar edebiyat için, felsefe tarihi için, şiir için bu kadar mümbit, bu kadar verimli bir alan, bu kadar yaratıcı, doğurgan bir olay daha göremezsiniz.
Türk edebiyatının, bana göre de dünya edebiyatının en büyük şairlerinden birisi olan Fuzuli'nin denebilir ki bütün hayatı, Hz. Hüseyin için gözyaşı dökmek, onun için yazmak, onun böylesine bir şahadeti karşısında duyduklarını insanlığa her insanda mevcut olan acıma duygusu, sevme duygusu ve o duyguların karışık bir yapısını oluşturan insanoğlu dediğimiz insana nüfuz etmesi için hayatını geçirmiştir O kadar ki, Fuzuli'de mesela görüyorsunuz, her gün güneş doğar ve o güneşin her gün doğuşunu dahi öylesine izah etmiştir ki çok ünlü bir beytinde, Doğan (Hüseyin) Dede'nin de çok sevdiği bir beyit bu vesile ile Onun da ruhunu şad etmiş olalım, benzersiz bir ifadedir bu: "Her gün doğan güneş zannetmeyin ki dünyayı aydınlatmaya geliyor" diyor; o tanyerinin ağarmasını tasvir ederken "her doğuşta Hz. Hüseyin için kan ağlıyor güneş doğarken"... diyor. Tanyerinin ağarmasını, tanyerinde güneşin görünmeden önceki kızıllığını Hz. Hüseyin için, kanlı gözyaşları olarak tasvir ediyor. Fuzuli'de, öylesine derin etki yaratıyor ki Hz. Hüseyin, Fuzuli, ölürken kendisine soruyorlar: bir vasiyetin var mı diye; evet diyor var, "beni Hz. Hüseyin'in giriş kapısına gömün ki her gelen geçen beni çiğneyerekten geçsin ben de ancak o şekilde teselli bulurum" diyor.
Böylesine bir sevgi, böylesine bir aşk, böylesine bir kendisini verme olayıdır belki de, Fuzuli'yi Fuzuli yapan. Fuzuli'yi yaratan, Hz. Hüseyin'e karşı duymuş olduğu bu sevgi ve aşktır.
Hem tasavvufta, hem felsefede, hem şiirde böylesine doğurganlığı teşvik etmiş olan Kerbela gibi bir olayın tabi ki o boyutu da incelenebilir ve incelenmiştir.
Yüzlerce, binlerce, on binlerce eser var ama bugün artık bizim olaya bakma açımızın değişmesi lazım. Bunun sadece olayın geçiş biçimi ile ilgili olarak, yani bütün ailesi ile, çocukları ile birlikte bir takım değerler için ve bile bile ölümü göze alıp insanlığın kendisinden sonra, yaşayan insanlığın o değerler için, gerektiğinde hayatını vermekten çekinmesinin sembolü olarak evvela kendisini kurban seçmekten çekinmemiş olmasıdır önemli olan. Bu değerler nedir? Bugün artık konuşulması gereken Hz. Hüseyin'in, Hz. Muhammed'in sevgili torununun bütün aile efradı ile canını vermekten çekinmediği, uğrunda şehit olmaktan çekinmediği değerler nelerdir, artık bu değerlerin tartışmasını yapmak lazım.
Muharrem ayının, bundan böyle insanlığın yeniden savunmak durumunda olduğu değerlerin ne olması gerektiğini, düşünmeye sevk eden bir vesile ayı olması lazım. Muharrem mi geldi, bugüne kadar pek düşünmemiştik yani hay huy içerisinde 24 saatimiz gelip geçiyor ama hiç olmazsa, Muharrem ayında bir düşünelim. Hz. Muhammed'in sevgili torunu bütün aile efradı ile birlikte 70 küsur kişi şahadeti göze aldılar, bile bile gidip şehit oldular, kadını ile erkeği ile çocukları ile. Hangi değerler için, bu değerler nelerdi? İşte, bu değerleri tüm İslâm toplumlarının ve diğer insan topluluklarından Hıristiyan'ı, Budist'i, Taoist'i yeryüzünde yaşayan insanların tümü böylesine güzide bir zatın tüm ailesi ile şehit olmasını, hangi değerler için şehit olduğunun tartışılması, araştırılması lazım, tabi ki araştırmaları 1000 küsur yıldır yapılıyor ama onu yeniden ayağa kaldırmak, Hz. Hüseyin'e bağlılığı en iyi şekilde ifade etmenin yolu, Hz. Muhammed'e ve Kuran'ın getirmek istediği kul hakkının yenmemesine, Tanrı sevgisine, insanlar arasındaki yoksulluğun kaldırılmasına ve varlığın gönülden hiçbir baskı olmaksızın paylaşılmasına dayalı, bir yaşam modelinin sembolü Hz. Hüseyin'dir ve onun şahadetidir.
Acaba, insanlık bu değerlerin neresinde, yirmibirinci yüzyıla girdiğimizde insanlık Hz. Hüseyin'in, Kerbela'da tüm ailesi ile şahadeti göze almış olduğu bu değerler sisteminde, insanlık bu değerler sisteminin ne kadarını gerçekleştirebilmiş, ne kadarını gerçekleştirememiş ve bu değerler sisteminin gerçekleşmesinde bizler kişi olarak, neyi sağlayabildik neyi sağlayamadık, neyi sağlayamıyoruz? Bunların soruları sorularak yanıtlarının bulunmasına vesile teşhir etmelidir Muharrem ayı…
Hz. Hüseyin'in getirdiği değerler karşısında bir de Yezit ve Yezitlik var?
Önce, asıl yaşadığımız toplumlar açısından, bugünün değerlendirilmesi açısından, neyin sembolüdür; o gün neyin sembolü ise bugün de acaba aynı şeyin sembolü mü? Evet…
Hz. Hüseyin'i aynı canlılıkla, Kerbela'yı aynı gözyaşı ile her yıl yaşatan da budur, bu simge olması olayıdır. Nedir o? Yaşadığı siyasal iktidara karşı, eğer iktidar halkına zulüm üzerine kurulduysa, direnmenin de sembolüdür asıl büyük özverisi oradadır, yalnız kendisinin değil, ailesi ile birlikte şehit edilmesi olayında asıl direndiği orada Yezit'tir ve Yezit'te burada bir semboldür sadece bir kişi değildir. Yezit kimdir ve nedir? Kendi halkına yalan söyleyen, kendi halkına zulüm yapan, kendi halkına adalet yerine, eşitsizliği getiren zihniyete Yezidi zihniyeti diyoruz ve Yezitlik bunun sembolüdür.
O zihniyete karşı direnen başka bir zihniyetin sembolü Hz. Hüseyin'dir. Bu nereden kalma, Hz. Hüseyin bu değerleri kimden aldı, dedesi Hz. Muhammed'den mi sadece? Sadece Hz. Muhammed’den değil, asıl Hz. Ali'den, babasından alıyor.
Hz. Ali'nin meşhur sözüdür biliyorsunuz, yani o bütün soyuna yapmış olduğu vasiyet hükmüdür. Diyor ki: "zalime boyun eğmeyin, sadece haklarınızı kaybetmekle kalmazsınız haysiyetinizi de yitirirsiniz" diyor ve tarihte Mustafa Kemal'de aynı şeyi görürüz, haysiyetini haklarının ötesine çıkartan, haklarından daha önemlisi insanoğlunun haysiyeti olarak kabul eden Hz. Ali'dir.
Eğer zalime direnmezseniz; sadece haklarınızı kaybetmekle kalmazsınız diyor, bunun başka manadaki ifadesi şudur, yani haklarınızı kaybetseniz de ne yapalım diyebilirsiniz ama, ne yapalım diyemeyeceğiniz bir tek şey varsa o da haysiyetinizdir, haysiyetinizi de kaybedebilirsiniz; öyle ise zalime boyun eğmeyeceksiniz. Aslında, bu Hz. Hüseyin'in yerine getirdiği bir emirdir. Eğer Yezit, halkına zulüm yapıyorsa, İslâm'ın koymuş olduğu ana kuralı çiğniyorsa açıkça, Hz. Muhammet'in koymuş olduğu kuralı pervasızca çiğneyip, hayır ben halkı tanımıyorum, onu seçimi olsa da olur olmasa da umurumda değil babamdan sonra ben geleceğim halife olacağım, hükümdar olacağım diyorsa ve bunu zorla yapıyorsa güç kullanarak yapıyorsa; işte ona direnmek Hz. Ali buyruğu gereği… Hz. Hüseyin de bunun canlı şehit olarak sembolüdür. O manada tüm siyaset ilminde de Hz. Hüseyin bir semboldür. Yani, zalime direnmenin, eşitliği reddeden, paylaşımı reddeden, halkın iradesini reddeden, yaklaşımlara karşı direnmenin sembolüdür; yani bugün Hz. Hüseyin, çağdaş demokrasilerde de büyük sembol halindedir.
Muharrem Orucu, diğer oruçlardan farklılık gösteriyor. Sizce muharrem orucunun farkı nedir?
Evet, doğrudur. Neden çok farklı bir oruç ve yeryüzünde 6 milyara yaklaşan bir insan kitlesi var, sadece Muharrem Orucunu tutanlar insanlar özel bir oruç tutmuş oluyorlar.
Yani diğer oruçlarda Musevilik'te de oruç var, Hıristiyanlık'ta da oruç var, İslam'da da var ama hiçbir oruç bence Muharrem Orucu kadar önemli değil. Diğerlerinin önemi daha mı az? Hayır, o manada söylemek istemiyorum, karşılaştırma yapmak istemiyorum ama diğerleri dinen olması gereken oruçlar olduğu için bir bakıma kaynakları ilahidir ve otomatiktir. Yani insan aklının oruç konusunda herhangi bir dahiliği yoktur. Müslüman iseniz, Ramazanda oruç tutarsınız ama bir gün, ama 2 gün, ama 30 gün, ama şartlarınız müsait değildir. Yani, orucun kurallarını dinin kendisi tayin etmiştir.
Sizin orada herhangi bir rolünüz yoktur, herhangi bir dahiliğiniz yoktur. Buna karşılık, bizim Muharrem Orucu dediğimiz oruç çok farklı bir oruç, insanın kendi aklı ile ortaya koymuş olduğu, insanlık için, bir takım yüce değerler için canını vermekten çekinmemiş olan, bir insana ve ailesine karşı, insanlığın kendi akıl yolu ile vermeye çalıştığı bir teşekkürdür.
Sadece bunu bir yas orucu olarak kabul etmek doğru değildir. Biz, Hz. Hüseyin'in öldüğünü kabul etmiyoruz. Bizim İslam anlayışımızda biliyorsunuz, Tanrı'dan geliyoruz; biz Tanrı'ya döneriz, o zerre sadece başka bir şeye dönüşür. İnsan Tanrı'nın zerresinden oluştuğu için Tanrı'dan gelir Tanrı'ya döner. Hz. Mevlana da bu dönüşü bir düğün olarak kabul eder. Yani ölmek o kadar da önemsenecek ya da önemli sayılabilecek bir olay değildir, neden? Tam tersine, öldüğünüz zaman siz aslında ebedi hayata kavuşursunuz, Tanrı'nın kendisiyle bütünleşirsiniz, geldiğiniz yere dönersiniz ve bu dönme olayı da sizin için bir bayram niteliğini taşır.
Onun için Hz. Mevlana ölümü Şeb-i Aruz yani Vuslat günü olarak kabul ediyor, Tanrı'ya geri dönüş olarak kabul ediyor. Böyle bir yaklaşım da, Hz. Hüseyin'in ölümü de belki o manada algılandığında ve ilahi taktirin yerine getirilmesi yani, Tanrı kendisinin bu değerlerin insanlığa hiçbir zaman unutamayacakları bir vahşet atmosferi içerisinde sorulmasında, kurban olarak, Hz. Hüseyin'i seçmiş olmasında, o manada felsefi boyutları ile ve bizim İslam anlayışımıza göre, çok da matemi tutturmayı gerektirecek bir olay olmadığı şeklinde, insan olarak acısını duyarız, ıstırabını duyarız ama yani çok da abartılmaması gerektiği noktasına varabiliriz. Ama, orada önemli olan Hz. Hüseyin'in uğruna bir insandaki en değerli şeyi yani, canını vermeyi ortaya koymuş olması sebebi ile tüm diğer insanlarda yaşatılmasını arzu ettiği değerler sistemidir.
Böylesine bir neticeyi doğurduğu için insanlığın tümüne, insanların beynine, gönlüne, ruhuna, zalime direnmeyi, haksızlığa karşı direnmeyi ve adil olmayı, halkın haklarına özellikle saldırıldığı zaman, halkın asıl hakları gasp edildiği zaman halk için, halk adına gidip kendi canını ortaya koyma mücadelesini verdiği için oruç yoluyla, yani insanın kendi nefsine hakim olarak, yani bazı zevklerinden, keyiflerinden Muharrem ayı boyunca mahrum kalarak ödedikleri bir teşekkürdür.
Muharrem Orucuna yükletilecek olan manayı iyi görmek lazım, sadece insanın ah etmesi, vah etmesi Hz. Hüseyin'e, Hz. Muhammed'in sevgili torununa, Hz. Ali'nin küçük oğluna, o sevgiyi duyması, kendisine çektirilen acılara karşı o sevgiyi duymasına karşılık tutulan bir oruç değildir bu oruç, onu iyi görmek lazım.
İnsanlığın tümünün oruç borcu vardır Hz. Hüseyin'e; ister Alevi olsun, ister Sünni olsun, ister Hıristiyan olsun, ister Musevi olsun. Niçin? Çünkü, onun uğruna canını verdiği değerlerin tümü, insanlığın ortak değerleridir. Adil yasalarla yönetilen bir ülkede yaşamak, eşit şartlarla yaşatılan bir ülkede yaşamak, insanların kendi varlıklarını, yok olanlarınki ile paylaştıkları bir ülkede yaşamak, insanların kul hakkına el uzatamayacakları ve bunu da düzenleyen bir düzenin bulunduğu bir ülkede yaşamak gibi insanlığın nihai hedefini siyaset biliminin nihai hedefini, insan yönetim birimlerinin nihai hedefini oluşturan bir değerler sisteminin kurbanı olarak, sembolü olarak çıkıyor karşımıza Hz. Hüseyin Kerbela'da.
O açıdan baktığımız zaman bütün insanlığın Hz. Hüseyin'e böylesine bir insani borcu var ama, o borçlarını eda ederler ya da etmezler tamamen bu bir gönül işidir.
O bir düzey meselesidir, adam Musevi'dir, adam Budisttir, adam Hıristiyan'dır, İslam'ın diğer yorumlarına mensuptur; Şafii'dir, Maliki'dir, Hambeli'dir... ama Muharrem ayında, Hz. Hüseyin'in kendisi için yani; Şafii için, Hambeli için, Sünni için, Musevi için savunduğu, bu evrensel değerler sisteminin tümü için sembol olmuş olan bir insan olarak görüp; eğer bir gün dahi bir oruç tutarak, yani o gün kendi keyiflerinden mahrum kalarak, eğer ona sevgisini, saygısını ifade ediyorsa insanlık açısından önemli bir merhaleyi ifade etmiş olur. Kerbela'yı, Muharrem Orucunu bu şekilde yorumlamak lazım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.