O zamanlar Samanpazarı' nda bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti.
Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankara'da böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk'ün de dikkatini çekmişti. Hemen arabayı durdurup indik.
Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı, Ata'yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduğunu ifade etti.
Kitapçı:
"Paşam, bu halı bir müşterimin... Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok" dedi.
Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istedi. Kitapçı ezile büzüle:
"Paşam, halıyı satmamı isteyen kişi, isminin söylenmemesini özellikle rica etti, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim" dedi.
Bu sefer Atatürk daha çok merak edip:
"Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz" dedi.
Kitapçı:
"Paşam 40 lira istemişlerdi" deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;
"Abdülhalim Çelebi Hazretleri'nin Paşam" dedi.
Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira bırakmamı emretti.
Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.
Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi'nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;
"Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama kapısını kimseye kapamıyor" diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
"Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi'nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz." dedi. Kitapçı bu davranışa şaşırmıştı. Biz ise arabaya binip uzaklaşmıştık.
Aynı akşam Abdülhalim Efendi'nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.
Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi;
"Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım" dedi.
Atatürk de;
"Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz" diyerek halıyı açtırdı ve odaya serilmesini istedi.
Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;
"Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı…" derken Atatürk sözünü keserek;
"Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz " diyerek veda etti. Ve oradan ayrıldık.
Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendi'ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı.
Böylesi güzel hareketler ancak Paşam' a ve Tasavvufu içene sindirmiş Çelebi Efendi'ye yakışırdı...
Düşünsenize; bir yanda herkese açık olan kapısını ve sofrasını sürdürebilmek için halısını satan Tasavvuf ehli Abdülhalim Efendi öte yanda, büyük bir asker, iyi bir devlet adamlığının yanı sıra, insanlığını da ortaya koymuş büyük bir lider var...
Anlayana ve anlamaktan yana nasibini alanlara;
Sevgi, saygı ve hoşgörüyle güle kalın...
Not: Çelebi Efendi, halıyı Konya Mevlânâ Müzesi kurulunca oraya armağan etmiştir. (1922)
(Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul'un "Atatürk'ten Hiç Yayınlanmamış Anılar" adlı kitabından okuduklarımdır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.