24 Haziran 2015 Çarşamba

KARPUZUN İYİSİ KARPUZDA OLGUNLUK VE TAZELİK TAYİNİ




                                                   KARPUZUN İYİSİNİ NASIL SEÇERSİNİZ?


 KARPUZUN İYİSİ  KARPUZDA OLGUNLUK VE TAZELİK TAYİNİ

Yaz günlerinin vaz geçilmezi  karpuz alırken nelere dikkat etmeliyiz biliyormusunuz,iyi olgunlaşmış  kütürdeyen  karpuzları föşürdete föşürdete  yemek sıcak havalarda soğukca serinlemek için ne güzel olur

OLGUNLUK TAYİNİ : Karpuzda olgunluk tayini altı  şekilde yapılır

1-DALINDA İKEN : Karpuz dalında iken kök kolu ile karpuzun sapı arasında tam birleşim yerinde küçük kulakçık yaprak vardır bu yaprak kurudu ise karpuz olgunlaşmıştır parmakla fiske vurunca kökten düşüyorsa çok olgunlaşmış koflaşmıştır.

2-HEM DALINDA HEM RAFTA İKEN : karpuzun yere yattığı noktada ki kısım beyazsa olgunlaşmamıştır açık sarı renkte  ise olgunlaşmıştır çok koyu sarı ve yer yer kahve rengi ise koflaşmış geçmiştir.

3-RAFTAN  SEÇERKEN : Tüketecilerin  en çok zorlandığı kısım burasıdır .Burda dikkat edilecek noktalar şunlar eğer karpuz sapı yeşil duruyorsa  tarladan yeni toplanmış yani raf ömrü tazedir
Toprağa  gelen kısmı açık sarı ise olgundur koyu sarı ve kahve rengişleşme varsa geçiktir.

4-SES DİNLEME yöntemi genelde aldatıcıdır buda şu şekilde anlaşılır   baş parmakla fiske vurulur eğer tok bir ses gelirse olgundur ama genelde geçik karpuzlarda aynı sesi verir,tiz bir ses veriyorsa  hamdır kesinlikle almayın.

5-TIRNAKLAMA YÖNTEMİ: Tırnakla hafifçe kabuğu kazındığında yeşil kısmı kolayca çıkan karpuzlar olgundur ,elle bastırıldığında yumuşaksa karpuz geçiktir

6-İyi bir karpuz ağızda sünger gibi değilde çiğneyince kurabiye gibi dağılıyorsa hem taze hem olgundur.

Satıcı bıçağı kapıp abi abla hemen keseyim deyip kan kırmızı reklamı yapıyorsa sakın kestirmeyin çünki: karpuz şekerli,anti alerjen ve çok çabuk paraziter canlıları üzerine çeken kolestrolu sıfır bir besindir kesilen yerden parazit yumurtaları çok çabuk içine girer ve yediğinizin farkında olmazsınız hastalık yapar.
Karpuzun kesinlikle çekirdeklerini yemelisiniz çekirdek içindeki faydalı besinler barsakların dostudur,şeker hastaları  biraz dikkatli tüketmelidir.

Son yıllarda  kabak kökü üzerine aşılama karpuzlar var bunlar yediğinizde kokladığınızda kabak tadını hissedersiniz  tam karpuz tadı alamazsınız fiyatlarıda çok ucuzdur verim fazla kalite düşüktür.
Hibrit tohumlu karpuzların çekirdekleri vardır ama içlerinde döllenmeyi sağlayan rüşeym dediğimiz esas tohum kısmı yoktur bunlar genelde İsrail ve Amerika menşeili karpuz tohumlarından üretimdir

Gazi Polat 

15 Haziran 2015 Pazartesi

OSMANLIDA KURULAN İÇKİ FABRİKALARI



ATATÜRKÜN İÇTİĞİ BİR KADEH   RAKI İÇİN   SARHOŞ DİYENLER BAKIN

OSMANLIDA KURULAN İÇKİ FABRİKALARI



İslamcıların sanki bir suçmuş gibi Padişahların alkollü içki içmediklerini ve ilk bira fabrikasının Atatürk tarafından kurulduğunu söylediklerini biliyoruz.
 

2.Abdülhamid'in torunu Osman Ertuğrul, Dedesinin Rom içtiğini söylediği zaman yine bu islamcılardan hakaret ve küfürler yediğinide biliyoruz.Onların gözünde bütün Osmanlı Sultanları, içmez,yemez,sevişmez hiçbir zaafı olmayan üstün insan ''Evliyaullah''tandır.
İşte görmezden gelinen gerçekler :

İlk bira fabrikası Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1890'da İsviçreli Bomonti kardeşler tarafından Feriköyde kurulmuştur.
Biranın Osmanlı topraklarına girmesi 1839 senesine Osmanlının batıya açılma sürecine denk gelir.
1840 lı yıllardan itibaren çeşitli illere birahaneler kurulmuştur.
İzmir Alsancak’ta bulunan A. Prokopp’a ait birahanenin seramik şişesinde, kuruluş tarihi 1846 olarak belirtilmektedir.
1888’de İstanbul’da 15’i Beyoğlu’nda, 8’i Galata’da, 8’i diğer semtlerde olmak üzere 31 birahane mevcuttur

1894 yılında iller temelinde sadece İstanbul, İzmir, Selanik ve Ankara’da birahane vardır.İstanbul’da 33, İzmir’de 5, Selanik’te 4, Ankara’da 3 tane birahane bulunmaktadır.

1862 yılı vergi mevzuatında rastlanan bir maddeye göre Arpa suyundan yüzde 20 zaiyat bedeli düşüldükten sonra yıllık raiç bedeli üzerinden yüzde 10-15 kayıt alındığına dair kayıt vardır.

Bomonti bira fabrikasıyla elde edilen vergilerden memnun olan Osmanlı, 2. bira fabrikasının (Olimpos Bira Fabrikası) 1892 yılında Selanikte açılmasına izin verdi.

Osmanlı’da bira üretim miktarıyla ilgili ilk bilgi 1896 yılına aittir. Bu bilgiye göre bira üretimi 12.000 hl, yani 1,2 milyon litredir. Hızla arttığı görülen üretim 1913-1914 yılında 9,9 milyon litredir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde bu rakama ancak 1940’lı yıllarda ulaşılmıştır.

Osmanlı döneminde kurulan Bomonti Bira Fabrikası 1938 de Tekel'e geçmiştir. / Putsuz

Kaynaklar: birayadair.com, Mert Sandalcı 1997


OSMANLIDA KURULAN İLK RAKI FABRİKASI

Rakı, ilk defa Türkiye'de üretilmeye başlanmış ve Osmanlı Devleti döneminde Anadolu'da ve Rumeli'nde yaygın olarak içilen bir içecek haline gelmiştir. Tanzimat'tan sonra meyhanelerin çoğalmasıyla birlikte rakı üretiminde de artış olmuştur.

ilk rakı fabrikası, 1880'li yıllarda Sultan Abdülhamit döneminde, başmabeyinci ve maliye bakanlarından Sarıcazade Ragıp Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerinde Umurca Çiftliği'nde kurulmuştur. Umurca Rakı Fabrikası'nda üretilen Umurca Rakısı ve asıl adı "Bozcaada" (Tenedos) rakısı olan Deniz Kızı rakısı dönemin en kaliteli rakılarıydı. Osmanlılar döneminde azınlıklarda İstanbul'da rakı imalathaneleri açmışlardır.

Cumhuriyet döneminde Tekel Genel Müdürlüğü'nün kurulmasıyla rakı çeşitleri de arttı.



OSMANLIDA MEYHANELER

İstanbul’da 1000’den fazla meyhane vardı



“Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Kanuni Sultan Süleyman’ın içkisine de yer verilmesi, Osmanlı’yı koyu bir din devleti sananları şaşırttı, tepkilere yol açtı. Oysa Osmanlı içkiye karşı hoşgörülüydü, sıkı içilirdi. Osmanlı şarapları, konyakları ünlüydü...

Türkiye’nin gündemini geçtiğimiz hafta iki içki tartışması işgal etti. Biri “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki Kanuni figürüyle ilgili “Padişahı içkici ve eğlence düşkünü göstererek atalarımıza saygısızlık yapılıyor” tartışmaları, diğeri Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’nun yeni yönetmeliğiyle içkiye koyduğu garip sınırlamalarıydı. İkinci konuyu haftaya genişçe yazacağız ama Osmanlı’da içki ile ilgili tartışmalarda, “demiri tavında dövmek” ve bu konudaki yine “muhteşem” literatüre sıcağı sıcağına göz atmak iyi olacak...


OSMANLI’DA ÜRETİLEN KONYAKLAR PARİS’TEN MADALYA ALMIŞTI
Osmanlı hayranı bazı kesimler o dönemleri katı, baskıcı ve yasakçı dönemler olarak göstermeye çalışsa da, gerçekler öyle değil. Osmanlı içki kültürünün zengin olduğu, her tür içkinin üretildiği ve belli dönemlerde ithal edildiği bir toplum olmuş. Meyhane sayısı aşırı artınca ve içki yaygınlaşınca sert yasaklar uygulansa da, kısa sürede gevşeyip eski hale dönülmüş. Dizide tartışılan Kanuni, saltanatının son yıllarında içkiye katı yasaklar getirmiş ama Baki ve Nevi gibi şairler de bundan şikâyet eden şiirler yazmış.
Padişahlar aleni içmemişler ama bir bölümü içkiyi de hayli sever ve tüketirmiş... II. Selim’in bir lâkabının da “Sarhoş Selim” olması boşuna değil; Kıbrıs’ın kehribar renkli şaraplarının tutkunuymuş. Fatih Sultan Mehmed’in “Avni” mahlasıyla yazdığı şiirlerde şarap övgülerine rastlanıyor. Şarap ve tütün içenlerin peşine hafiyeler salan IV. Murad’ın da tutkulu bir şarapsever olduğunu tarih yazıyor. II. Mahmud da şarap sevmesiyle biliniyor. Fransa’dan adından dolayı maden suyu sanılır diye fıçılarla “Carbonnieux” şarabı getirten padişahın ise ismi ne yazık ki bilinmiyor ama Bordo’daki şatonun kayıtlarında “Sultan için Constantinople’a gidecek” yazıları var...
Osmanlı’nın şarap kültürü, edebiyatına da yansımış. 1838’de vefat eden ve kabri Galata Mevlevihanesi mezarlığında bulunan şair Ayıntaplı (Antepli) Ayni Efendi’nin şu dizeleri, bu örneklerden:
*Gice gündüz içüp Erdek şarâbı
*Ola Nukl’i mezem ördek kebâbı
*Varub sofi içer papazkarası
*Olur meyhanede yüzler karası
*Sığır dili kavurma kuş kebâbı
*Söğüş büryan ile nûş it şarâbı


BİRAHANELERE VİYANA’DANTRENLE TAZE BİRA GELİRDİ
Osmanlı, şarabı önemli gelir kaynağı olarak görmüş. “Hamr” denilen şarabın getirilen her fıçısından 15 akçe vergi alınmış, “hamr emaneti” adlı bir vergi teşkilatı bile kurulmuş. Şarap ticareti, şarabın nereden nereye getirilip nasıl satılacağı fermanlarla düzenlenmiş. Şarap hayata renk katmış, kimi zaman dizeleri, kimi zaman minyatürleri süslemiş. Lâle Devri’nde şair Nedim “Testide, kadehte doyamam görmeğe bari / Ey gevher-i şeffaf senin mahzenin olsam” gibi coşkulu dizeler yazmış.
İmparatorluğun son dönemi ise, özellikle İstanbul’da içkinin yaygınlaştığı, rahatça içildiği bir dönem olmuş. Geleneksel meyhanelerin yanına Pera Palas ve Tokatlıyan gibi lüks otellerin alafranga restoranları ve Viyana’dan bile trenle taze biranın geldiği şık birahaneler eklenmiş. Bomonti Bira Fabrikası kurulmuş, bira bahçeleri yaygınlaşmış. Yurdun değişik yerlerinde rakı üretilmiş, Boğaziçi, Ruh, Âlem, Deniz Kızı gibi rakılar birbirleriyle yarışır olmuşlar. Osmanlı gazetelerinde şarap ilanları çıkmaya başlamış, Martell konyaklarının ilan tabelaları İstanbul’un birçok yerini süslemiş. Erdekli Kotroni Efendi’nin damıttığı Osmanlı konyakları ise Paris’ten bile madalyalar almış.
Bu satırlar, “Muhteşem Yüzyıl” ekibini bunaltan kesimleri öfkelendirebilir... Ancak hepsi belgeli gerçekler. Kültür Bakanlığı’nın kendi yayınlarında, kimi Osmanlı arşivlerinde, kimi de sağcı yazarların kitaplarında... Bazıları için kabullenmek -nedense?- zor gelse de... 


ROMCULARA İSYAN EDEN MEYHANECİLER
Yetmişiki milletten insanı barındıran Osmanlı İstanbul’unun liman ve ticaret bölgeleri olan Galata ve Karaköy civarları, rakı ve şarap satan meyhanecilerle rom satan “punççi”lerin mücadelesine bile sahne olmuş. 1800’lerde gemiciler yoluyla bu bölgelerde rom ve sıcak suyla yapılan “punch” modası türemiş. “Panç” diye okunan bu kokteyle halk arasında “punç”, bu içkiyi satanlara da “punççi” denmiş o zamanlar. Bu küçük barımsı içkicilerin sayısı hızla artmış, hatta şekerci dükkânları bile panç satmaya başlamışlar. 1850’de işleri azalan meyhaneci esnafı sadrazama başvurup, “On yılda sayısı bini aşan şekerlemeci ve punççi dükkanı açıldı. Bizi batırmak üzereler. Üstelik vergi de vermiyorlar” diye şikayette bulunmuşlar. Savaşın galibi, meyhaneciler olmuş...


OSMANLI’DA MEYHANELER SINIFLANDIRILMIŞTI
Evliya Çelebi’nin yazdığına göre 1600’lerin ortalarında İstanbul’da binden fazla meyhane varmış. Bu meyhaneler zamanla bugünün ünlü restoranları gibi “markalaşmış”; Hançerli, Karagöz, Ormanos, Köroğlu, Sakızlı, Karanfil, Sümbüllü gibi renkli isimlerle tanınmışlar.
Bugün nasıl içkili mekânlar bistro, pub, bar ve restoran gibi isimlerle ayrılıyorsa, Osmanlı’da meyhaneler de kendi içinde sınıflandırılırmış:

* Gedikli de denilen koltuk meyhaneleri herkesin uğrayıp dirseğini bir tezgaha dayayarak içki içebileceği yerlermiş.
* Selatin meyhaneler ise kibar takımının uğrak yerleriymiş. 

* AVRUPA’DAKi BAĞLAR HASTALANINCA OSMANLI FRANSA’YA ŞARAP SATTI
Zaman zaman uygulanan katı yasaklı dönemler dışında hoşgörülü bir düzen kuran Osmanlı İmparatorluğu, Müslüman olmayan halkın kendi ihtiyaçları için bağcılık ve şarapçılık yapmasına ses çıkarmamış, şarapları vergilendirerek bu üretimi yasallaştırmış. Şarap çeşitleri de hayli zenginmiş; İstanbul meyhanelerinde şarapların geldikleri yerler fıçıların üzerlerine tebeşirle yazılır, “Bana bir Girit şarabı ver” diyen müşteriye meyhaneci bir de “Kaç yıllık olsun?” diye sorarmış. Arasında Ankara, Erdek, Gelibolu, Girit, Kıbrıs, Sisam, Marmara Adası, Tokat ve Trabzon şarapları pek ünlüymüş.
19’uncu yüzyılda ulaşım imkânlarının artmasıyla, Osmanlı şarapları dünyada da tanınır olmuş. Yüzyıl sonlarında, filoksera (asma biti) hastalığı Avrupa bağlarını kırıp geçirince, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri şarap ihtiyaçlarını Osmanlı’dan gidermişler. 1904’de, İmparatorluğun şarap ihracatı, tam 340 milyon litreye çıkmış! 


ERENKÖY CABERNET’Sİ...
Bu yıllarda batılılaşma eğilimlerinin güçlenmesiyle sayıları artan Osmanlı topraklarındaki yabancılar bağ yatırımlarına da girişmişler. Ünlü Fransız yazar Lamartine’in 1839’da Fransa’dan getirdiği bağ çubuklarıyla Ege’de tesis ettiği dev bağlardan yarım asır sonra, İstanbul’da özellikle Erenköy’de 700 dönümü bulan Cabernet Sauvignon bağları dikilmiş. Bu yıllarda Erenköy Cabernet’sinin bir fıçısı 150-160 franka alıcı bulurmuş. Yine Erenköy’de bir Alman da uçsuz bucaksız Riesling bağları kurmuş.
Sadece Marmara ve Trakya bölgesi değil, Ege bölgesi de şarapçılıkta çok canlı bir bölgeymiş o zamanlar. Bugün en büyük tarımsal ihraç ürünlerimizden olan çekirdeksiz kuru üzümlerin yetiştirildiği Ege’deki Sultaniye üzümü bağları, o dönemde şaraplık üzüm yetiştirilen bağlarmış ve Ege bölgesi bugünkü gibi üç kuruşa üzüm satmak yerine, o yıllarda Avrupa’a şarap satarmış. Sadece 1901’de ihraç edilen şarap miktarı 6.5 milyon litreymiş.üplü meyhanelerde ise şaraplar büyük küplerden maşrapalarla sunulurmuş.

http://www.milliyet.com.tr/istanbul-da-1000-den-fazla-meyhane-vardi/mehmet-yalcin/pazar/yazardetay/16.01.2011/1339767/default.htm