31 Mayıs 2017 Çarşamba

ATATÜRK’E HAKARET EDEN ,İFTİRA EDENLERİN SONU HİÇDE İYİ OLMUYOR





 ATATÜRK’E HAKARET EDEN ,İFTİRA EDENLERİN SONU HİÇDE İYİ OLMUYOR
 
ATATÜRK'E 'SELANİK P..İ' DİYEN AHMET EYYÜBİ ÖLDÜRÜLDÜ
Kaplan Cemaati'nin önde gelen isimlerinden Ahmet Eyyübi evinin önünde silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü.Kurşunlandı geberdi.
Halkmedia.com’da yer alan habere göre Atatürk'e ettiği küfürler nedeniyle sosyal medyada tepki çeken Ahmet Eyyübi, kurşunlanarak öldürüldü.
Ahmet Eyyübi öldürüldü
Kara Ses olarak da bilinen Kaplan Cemaati'nin önde gelen isimlerinden olan Ahmet Eyyübi evinin önünde silahli saldırıya uğrayarak öldürüldü.
 Ahmet Eyyübi: "Atatürk , Selanik p..i"
Daha önceki konuşmalarından birinde Atatürk için " Kafir, Selanik p..i" diyen ve konuşmasıyla tepki çeken Ahmet Eyyübi'nin ölümü ile ilgili soruşturma başlatıldı. Lüks konutundan çıkıp aracına binen Ahmet Eyyübi hareket etmek isterken kalaşnikof marka silahla arabası tarandı. Olay yerinde hayatını kaybeden Ahmet Eyyübi'yi öldüren kişilerin kimliğine ulaşılamadı. Halkmedia.com'dan alınan habere göre Ahmet Eyyübi'nin katillerine ulaşılamadı. Kaplan Cemaati üyeleri ise sosyal medyadan olayı doğrulayan açıklama yaptı.


 YENİ AKİT YAYIN YÖNETMENİ KADİR DEMİREL DAMADI TARAFINDAN BIÇAKLANARAK ÖLDÜRÜLDÜ.
Yeni Akit gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel, damadı tarafından bıçaklanarak öldürüldü. 
Alınan bilgiye göre, Kadir Demirel, Başakşehir Yunus Emre Caddesi'ndeki kızı Esma Karanfil'in evinde damadı Cemil Yavuz Karanfil ile tartıştı. Kavgaya dönen tartışmanın ardından Karanfil, kayınpederini bıçakladı. Araya giren eşi Esma Karanfil'i de bıçaklayan damat, daha sonra olay yerinden kaçtı.
Ağır yaralanan Demirel hayatını kaybederken, Esma Karanfil ise kaldırıldığı hastanede ameliyata alındı.


HASAN KARAKAYA  AŞIRI DOZ VİAGRA'DAN ÖLDÜ

Yeni Akit Gazetesi Yazarı Hasan Karakaya Medine'de Viagra Kullandı  Bugüne kadar yaptığı etkili haberleri ile son yıllarda yıldızı parlayan Katar Merkezli El Cezire Arap Televizyonu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın heyeti içinde Umre'ye giden Ünlü Türk Gazeteci Hasan Karakaya'nın aşırı doz Viagraya bağlı olarak Medine'de kalp krizi geçirip hayatını kaybettiğini duyurdu. İstanbul Times Haber Merkezi Katar Merkezli El Cezire TV nin muhabiri olduğu iddia olunan kişinin CNN muhabiri olduğunu ifade edenlerde var. Bir çok kişi bunun FETÖ mensuplarınca montajlandığını söylüyor Karakaya'nın Medine'de hayatını kaybeder etmez haber ihbar hattımıza gelen bir çok mailde ölümün Viagra'ya bağlı olduğunu,kanıt olarak da El Cezire Tv Muhabirini olduğu iddia olunan kişinin fotoğrafı altına İngilizce olarak "Ünlü Türk Gazeteci Hasan Karakaya Aşırı doz Viagra kullanımından dolayı hayatını kaybettiği" yazılıydı. Bizde kesinlikle kesin bir hüküm vermeden bu duyuruyu okuyucularımıza duyurduk. Okurlarımızın bir kısmı Yani Akit'in yazarı Hüseyin Üzmez'de kendisinden çok küçük bir kız ile ilgilendiği için cezaevine girmişti, Karakaya'da Viagra Kullanmış olabilir diyor,Bir kısmı ise Medine'de neden viagra kullansın diyor... Yayınladığımız haberde sadece El Cezire'nin yaptığı iddia olunan bir haber olduğunu okurlarımıza duyurduk. Bu haber sosyal medya başta olmak üzere bir çok yerde yayınlandı. Bir çok okurumuz attıkları yorumlarda farklı açıklamalarda bulundu. Yeni Akit Gazetesi ve Hasan Karakaya'yı sevmeyen kişiler yazıklar olsun kutsal beldelerde neden viagra kullanıyorsun diyerek eleştirlerde bulundu. Diğer bir kesim ise bu kadar da olmaz.Medine'de neden Viagra kullansın diyerek El Cezire Tv kanalının haberinin doğru olamayacağını iddia ettiler. Gazeteci Yazar Merhum Hasan Karakaya'nın normal kalp krizi sonuncu mu,yoksa Viagra'ya bağlı olarak kalp krizi geçirip geçirmediği ölüm raporu ile kesinleşecek. Resmi ölüm raporu olmadan yayın grubu olarak hiç bir kimse hakkında kesin bu veya şu sebepten dolayı hayatını kaybetti diyemeyiz. Kaynak: İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)
http://www.istanbultimes.com.tr/guncel/el-cezire-den-sok-iddia-karakaya-asiri-doz-viagra-dan-oldu-h34324.html


ATATÜRK DÜŞMANLARININ SONU :ATATÜRK DÜŞMANI  ÇOCUK TACİZCİSİ HÜSEYİN ÜZMEZ  GEBERDİ
BURSA'da 2008 yılında, 14 yaşındaki kız çocuğu B.Ç.'ye cinsel tacizde bulunmak suçundan hüküm giyen ve İstanbul'daki Metris Cezaevi'nde cezasını çekerken, verilen raporla, cumhuriyet savcısı tarafından 'cezanın infazının ertelenmesi' kapsamında tahliye edilen Hüseyin Üzmez 83 yaşında öldü.


ALLAH DİYORKİ: İYİLERİN ARKASINDAN KÖTÜ ŞEYLER SÖYLEYENLER İÇİN İBRETLİK SONLAR HAZIRLADIK.
















28 Mayıs 2017 Pazar

YILDIRIM NEDİR, NASIL OLUŞUR? NASIL KORUNULUR




YILDIRIM NEDİR, NASIL OLUŞUR? NASIL KORUNULUR
Yıldırım, bulut ile yer arasında meydana gelen yüksek gerilimli bir elektrik boşalmasıdır. Yıldırımın meydana gelebilmesi için bulut ve yerin farklı elektrik yüklerine sahip olması ve belirli bir potansiyel farka erişmesi gerekmektedir. Genellikle bulutun yere yakın olan bölümleri negatif, yer ise pozitif yüklü elektriğe sahiptir. Bazı koşullarda bunun tersi de olabilir. Bulutla yer arasındaki potansiyel farkı artarak belirli bir değere eriştiğinde, hava iletken olmamasına rağmen hava içerisinde iletken bir kanal oluşur ve elektriksel boşalma başlar, yani yıldırım meydana gelir. Yıldırım olayı, her ne kadar yıldırım düşmesi olarak bilinse de bulut ile yer arasındaki negatif ve pozitif elektrik yüklerinin pozisyonlarına göre bazen buluttan yere doğru, bazen de yerden buluta doğru olmaktadır.
Yıldırım, sadece dikey gelişmeli bulut olan kümülonimbus (Cb) bulutunun varlığında oluşabilir. Normal bir vatandaş için Cb bulutunu tespit etmek zor olabilir, ancak sağanak yağış, şimşek ve gök gürültüsünün olması, Cb bulutunun varlığını gösterir.
Yıldırım olayında ortaya çıkan enerji yaklaşık 1010 joule kadar olup bu enerji saniyenin milyonda biri zarfında geçtiği hava sütununun sıcaklığını 15000 °C’ye kadar ısıtabilir. İşte yıldırımın yakıcı ve yıkıcı etkisi açığa çıkan bu enerjinin sonucudur. Bir insana yıldırım çarpma olasılığı 600 binde birdir. Yıldırım çarpmış bir kazazedeye dokunmak tehlikeli değildir.dokunulduğu zaman çarpılma tehlikesi yoktur.

YILDIRIMDAN NASIL KORUNMALI?
Yıldırım oluşmasında meteorolojik şartların yanı sıra yer yüzeyinin durumu da çok önemlidir. Yüksek binalar, ağaçlar ve metalik eşyalar gibi iyonlaştırıcı malzemeler yıldırım oluşumu için uygun koşullar hazırlarlar. Can ve mal kaybını en aza indirebilmek için aşağıda belirtilen hususlar dikkate alınmalıdır:
Yüksek bina ve yapılarda (minare gibi) paratoner (yıldırımsavar) kullanılmalı.
Yıldırım riski olan havalarda ağaç, bayrak ve telefon direkleri gibi yüksek objelerden uzak durulmalı.
Metalik eşyalardan uzak durulmalı ancak otomobillerin lastikleri yalıtkan olduğu için otomobil içleri güvenli yerlerdir.
Açık arazide iseniz yere çömelerek oturun, kesinlikle yere yatmayın.
Su üzerinde iseniz derhal karaya çıkmaya çalışın.
Şemsiye gibi sivri metal içeren eşyaları kullanmayın.
Açık arazide gruplar halinde durulmamalı.
Elektrikli eşyaları fişlerinden çekin mümkün olduğunca kullanmayın.


YILDIRIMDAN NASIL KORUNURUZ YILDIRIM VE KORUNMA YOLLARI



Gökyüzünde yılda 3 milyar şimşek veya yıldırım oluşmaktadır. Bir diğer deyişle yılın herhangi bir zamanında dünyanın üstünde 2000 yıldırım bulutu vardır ve dünyamıza her saniyede 100 yıldırım düşmektedir. Güçlü bir fırtına, Hiroşima'ya atılan atom bombasından 100 kat daha fazla enerji açığa çıkarmaktadır.
Kim bilir? Belki bir gün gelecek yıldırımları da enerji kaynağı olarak kullanmayı öğreneceğiz.
Bu gök olayı insanlığın ilk tarihinden itibaren ilahi bir işaret olarak görülmüştür. Yıldırım düşmesi insanlar için tehlikeli olmasına rağmen insan yaşamına faydası da vardır. Yıldırımlar yeryüzündeki bitkiler için faydalı maddeler olan nitratlar ve oksijenin de yeryüzüne inmesine neden olurlar.
Her şey güneş ışıkları ile yeryüzünde ısınan havanın yükselmesi ile başlıyor. Tabii içinde buharlaşan suyu da yukarı taşıyarak. Bu yükselen hava yaklaşık 2-3 kilometreye ulaşınca havanın soğuk katmanlarına rast geliyor. Soğuk havalarda nefes verince nefesimiz nasıl buharlaşıyorsa aynen o şekilde buharlaşı-yor ve gördüğümüz bulutu oluşturuyor. Bu bulutlar daha sonra hava akımları ile 20.000 metreye kadar tırmanabiliyorlar.
Aslı tam bilinememesine rağmen bulutların bu yükselişleri sırasında içlerinde oluşan buz kristallerinin birbirlerine sürtünerek bir statik elektrik enerjisi açığa çıkardıkları öne sürülüyor. Bu elektrik enerjisi bulutların üst katmanlarında pozitif(+), alt katmanlarında ise negatif(-) yüklü olarak birikiyor. Bulutun içindeki yük havayı iyonize edecek güce ulaştığında şimşek oluşuyor.
Yağmur bulutlarının alt yüzeylerindeki büyük negatif yük içindeki elektronları iterek orayı da pozitif yüklü hale getiriyor ve bu yük saniyede 1000 kilometre hızla toprağa iniyor, yani kısa devre yapıyor. Yıldırımın bu andaki ısısı 30.000 derece olup güneşin yüzeyindeki ısının 5 katı kadardır.
Yıldırım düşerken çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Yerden de buluta doğru bir boşalma oluyor. Yerden 100 metre yükseklikte bu iki akım birleşiyor ve iletkenliği çok fazla olan bir koridor oluşuyor. İşte bundan sonra yıldırımı hiçbir şey durduramaz, pozitif yük hızla buluta doğru onu nötr hale getirmek için yükselir, îşte yıldırımın havadan yere mi, yoksa yerden havaya mı oluştuğunu yaratan soru bu.Bu koridordan yerden göğe doğru neredeyse ışık hızının üçte biri hızla yükselen akını yıldırımın göze gelen şiddetli ışığını da yaratır. Ardından yine yukardan yere iner ve iki taraf arasındaki potansiyel farkı sıfırlanana kadar bu olay 10-12 kez tekrarlanabilir.
 
YILDIRIMDAN KORUNMA YOLLARI –BİNALAR VE BİNA GURUPLARI
Gelen bir yıldırım darbesine karşı korunması istenilen binalar,bina grupları ve belirlenmiş alanlar genel olarak üç şekilde korunabilir.
a)Franklin çubuğu 
b)Faraday kafesi
c)Paratonerler(elektrostatik,piezoelektrik ve radyoaktif)
Franklin çubuğu korunacak yerin en yüksek noktasına sivri bir çubuk yerleştirme prensibine dayanan koruma sistemidir.Bu çubuk en kısa yoldan indirme iletkeni ile topraklama tesisatına bağlanmaktadır.Bu yöntemle geniş alanları hatta binaları korumak mümkün değildir.Günümüzde özellikle minareler,kuleler ve bacalar gibi küçük boyutlu alanlarda kullanılmaktadır.
Faraday kafesi ile korunması istenilen bina en yüksek yerlerinden toprağa kadar devamlı ve kesiksiz iletkenlerle(yatay ve düşey)sarılmaktadır.Faraday kafesi yönteminin yeterli olması için,korunacak cismin birçok yerinden paket bağlar gibi iletken tellerle sarılması gerekmektedir.Bu yöntemin çok pahalı olması ve bina cephesine verdiği çirkin görünüm ile çatıdaki tahribat sebebiyle günümüzde kullanışlı olmamaktadır.
Paratonerler içinde bugün en çok tercih edilen modeli aktif  Radyoaktif paratonerlerde,radyoaktif kaynak kullanıldığından günümüzde yasaklanmıştır.
Piezoelektrik paratonerlerin isminden de anlaşıldığı gibi piezoelektrik seramiklerin çalışma prensibinden istifade edilerek geliştirilmiştir.Piezoelektrik seramikler elektrik enerjisini mekanik enerjiye(titreşime),mekanik enerjiyi de(titreşim uygulandığında)elektrik enerjisine çevirir.
Elektronik cihazlardaki kristalli filtre ve asilatör yapımlarında da piezoelektrik seramikler kullanılmaktadır.
Bu seramikler kurşunzirkotitanat denilen çok sert bir malzemeden oluşmaktadır.Bu seramiklerin yüzeyleri değişik şekil ve malzemelerle(altın,nikel gibi)kaplanarak elektrot uçları elde edilmektedir.
Elektrostatik paratonerler;yakalama çubuğu etrafında iyonize edilmiş bir hava akımı teşekkül ederek,koruma alanı içindeki yük boşalmalarının kendi üzerinden olmasını kolaylaştırır.(bir başka deyişle yıldırımı kendi üzerine çeker.)
 
Yıldırımdan korunmanın en iyi yolu gökgürültüsü ilk duyulduğu andan itibaren kapalı bir ortama girmek ve son gökgürültüsünden sonra 30 dakika gecene kadar iceride kalmakdır. Ağaçlar bulundukları yerde en sivri cisim oldukları icin daha fazla yıldırıma maruz kalır.
Bulut ve yer arasındaki yük farklılığı, ikisi arasında yaklaşık 10,000 Volt'a ulaşan bir elektrik potansiyeline sebep olabilir. Kuru havada elektrik akımı oluşmaz, çünkü hava iyi bir elektriksel yalıtkandır. Bu doğal yalıtım, elektrik akımını havanın yalıtımının üstesinden gelmeye yetecek kadar büyümedikçe elektrik akımını engeller.
Bulutla yer arasındaki elektriksel potansiyel aşamalı olarak artar. Bu potansiyel 3,000,000 Volt'u aştığında havanın yalıtıcı özelliği kırılır ve elektrik akışı başlayarak yıldırım oluşur.
Diğer bir deyişle tek bir yıldırım çok büyük elektrik akımı olusturabilir ve yıldırım çarptığında hayvanlar ve insanlar elektrikle yüklenebilirler. Bu nedenle lastik ayakkabı veya otomobil lastiği yıldırım icin koruyucu değildir. En kötü iletken olan havanın kilometrelerce kalınlıktaki tabakasını dahi aşıp geçebilen yıldırım, bir-iki santimlik lastikten de cok rahat geçebilmektedir. Faraday kafesi gibi üstü kapalı otomobiller yıldırımdan korunmak için bulunulabilecek (binalardan sonra) en güvenli yerlerden biridir.

DENİZDE BOĞULMALAR ,DENİZDEKİ GİZLİ TEHLİKE: ÇEKEN AKINTI





DENİZDE BOĞULMALAR ,DENİZDEKİ GİZLİ TEHLİKE: ÇEKEN AKINTI
Rip ya da çeken akıntı adı verilen su hareketleri, her yıl yüzlerce insanın boğularak hayatını kaybetmesine neden oluyor. Türkiye’de özellikle Karadeniz sahillerinde görülen sinsi tehlike ‘çeken akıntı’ nedir? Çeken akıntıdan kurtulmak için neler yapılmalı?

Denizden gelen sinsi tehlike ‘çeken akıntı’, her yıl yüzlerce kişinin boğulma tehlikesi atlatmasına ya da hayatını kaybetmesine neden oluyor. Profesyonel yüzücülerin bile karşı koyamayacağı güçte olan rip akıntısı, Türkiye’de özellikle Karadeniz sahillerinde yüzücüleri tehdit ediyor. Peki, çeken akıntı nedir? Akıntıya kapılan kişiler, nasıl kurtulabilir?

ÇEKEN AKINTI NEDİR?
Çeken akıntılar, deniz dip yapısının topuk-dalyan-topuk (kum tepeciği-yarık-kum tepeciği) şeklinde olduğu bölgelerde görülen ve sığ sudan derin suya hareket eden oldukça kuvvetli akıntılardır. Rüzgarlı havalarda topuklarda (kum tepesi) kırılan dalgaların dalyan (çukurluk) bölgelerinden geriye doğru hareketi sonucu oluşan bu akıntılar, dünya şampiyonu bir yüzücünün dahi karşı koyamayacağı kadar güçlüdür.

ÇEKEN AKINTI NERELERDE VE NE ZAMAN GÖRÜLÜR?
Çeken akıntılar tüm Karadeniz sahillerinde görülebilen kuvvetli akıntılardır. Rüzgârlı, fırtınalı ve dalgalı havalarda görülür. Dalga yüksekliği arttıkça çeken akıntının gücü de artar.

ÇEKEN AKINTI NEDEN TEHLİKELİDİR?
Halk arasındaki yaygın söylentilerin aksine, bu akıntılar insanları dibe çekmezler; akıntıya kapılanları kıyıdan uzaklaştırıp açığa doğru taşırlar. Boğulma olayları, nispeten güvenli sığ sulardan açığa doğru çekildiğini fark eden insanların, korku ve panikle çırpınarak kıyıya dönmeye çabalamaları ve sonuçta yorgun düşerek kendilerini su üzerinde tutamamaları sonucunda gerçekleşmektedir.

ÇEKEN AKINTIYI NASIL TESPİT EDERİZ?
-Denizin belli bir bölgesinde su rengi, diğer bölgelerden bariz biçimde farklıysa;
-Sanki bir kanal boyunca devam eden birbirine karışmış ve düzensiz ilerleyen su görüntüsü varsa;
-Düzenli bir biçimde denize doğru ilerleyen köpükler bulunuyorsa;
-Kıyıya doğru gelen dalgalarda bozulma ve düzensizlik görülüyorsa; o bölgede çeken akıntı görülme riski yüksektir.

ÇEKEN AKINTIYA KAPILMAMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ?
-Dalgalı havalarda denize girmemeyi tercih edin.
-Denize girmek için cankurtaran ve sağlık ekibi bulunan sahil ve plajları tercih edin.
-Çocuklarınız denizdeyken bir an bile gözlerinizi onlardan ayırmayın.
-Kendiniz ve çocuklarınız için, denizde su yüzeyinde kalmanızı sağlayacak can yeleği, can simidi gibi can kurtarma malzemeleri bulundurun.
-Tek başınıza denize girmeyin. Yanında kurtarma malzemeleri bulunan ve iyi yüzme bilen birisini gözcü olarak sahilde bırakın.
-Denize mutlaka deniz kıyafetiyle girin.

ÇEKEN AKINTIYA KAPILIRSAK NELER YAPMALIYIZ?
-Çeken akıntıya kapılmanız halinde öncelikle sakin olun.
-Akıntı sizi dibe çekmez, sahilden açığa doğru sürükler.
-Sahile doğru yüzmeye çalışarak kendinizi yormayın, akıntıyı yenemezsiniz.
-Akıntının sizi götürmesine bir süre izin verin.
-Akıntı zayıfladığında sahile değil, yanlara doğru yüzerek akıntıdan kurtulun.
-Her zaman su üzerinde kalmaya çalışın ve elinizi kaldırarak yardım isteyin.

ÇEKEN AKINTIYA KAPILAN BİRİNİ GÖRDÜĞÜMÜZDE NASIL YARDIM ETMELİYİZ?
Deniz içerisinde elini kaldıran birini gördüğünüzde bu kişinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilin.
Kişiyi sakin olması konusunda uyararak derhal cankurtaran çağırın. Can kurtaran yoksa, can simidi, halat vb. deniz malzemeleri atarak yardım edebilirsiniz.

26 Mayıs 2017 Cuma

KURAN-I KERİM’DE TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ VAR MI?



KURAN-I KERİM’DE TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ VAR MI?
1988 yılında TRT’de yayınlanan “Türban” konulu açık oturumda konuşuyor, İlahiyat profesörü Bahriye Üçok. Kuran-ı Kerim’de başörtüsünün var olmadığını; türbanın Atatürk ilkelerine ve özellikle laikliğe karşı yapılan bir saldırı olduğunu dile getiriyor. Tehdit telefonları alıyor, tebrik telefonları aldığı gibi. Bir gün bombalı bir saldırıda öldürülüyor.

Peki, Türban gerçekten de Kur’anda yer alıyor mu? Yoksa, çağımızın en büyük muamması olan türban sorunu, laikliğe karşı işlenen büyük cinayet mi? İnceleyelim.

Bahriye Üçok, Yaşar Nuri Öztürk ve diğer ilahiyat profesörlerinin belirttiği ilk ayet; Nur suresinin 31. Ayeti. Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre meali şöyle:
“İnanan kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar ve açığa çıkanlardan, görünenlerden başka ziynetlerini göstermesinler ve örtülerini, göğüslerini örtecek bir tarzda omuzlarından aşağıya doğru salsınlar; kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babasından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut kendi malları olan kölelerden yahut erkeklikten kesilmiş veya kudreti olmayan erkek hizmetçilerden yahut da henüz kadınların gizli hallerine vâkıf olmayan erkek çocuklardan başka erkeklere ziynetlerini göstermesinler; gizledikleri ziynetler, bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar ve tövbe edin hepiniz Allah’a ey inananlar da kurtulun, erin murâdınıza.”

PEKİ YA BAŞÖRTÜSÜ?
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda “başörtüsü” diye adlandırılan şeyin yanlış yorumlandığıdır.  Kadınların iffetlerini korumaları yer almakta fakat göğüslerini örtmeleri için kullanılan bez parçası, “başörtü” diye adlandırılmaktadır. Bunun yanı sıra kadınlar, günümüzde hali hazırda iffetlerine dikkat ettikleri ve kölelik de kalmadığına göre kadınların başörtüsü takmaları laikliğe karşı atılan büyük bir darbedir. Üniversitelere hatta ilkokullara kadar herkesin istediği kıyafetle giriş çıkış yapma özgürlüğü büyük bir demokrasi adımı gibi görünse de bu durum, laikliğe vurulan bir zincirin ilk halkasıdır.

Diğer bir ayet ise Ahzab suresinin 59. Ayetidir. İmam İskender Ali Mihr’e göre meali:
“Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (mü’min kadınlara) söyle, cilbablarına sarınsınlar (örtünsünler). Bu, onların (cariye olmadıklarının, hür ve iffetli kadın olduklarının) bilinmesi ve onlara eziyet edilmemesi için daha uygundur. Ve Allah, Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).”

Burada Cilbab kelimesinde kast edilen anlam, vücutlarını tamamen sarmayacak şekilde bir dış giysi tarafından örtünmektir.  Bu ayette de başörtüsü ile ilgili herhangi bir cümlenin var olmadığı da apaçık ortadadır.
PEKİ TÜRBAN İLE AMAÇLANAN NE?
Türban, Atatürk ilkelerine karşı kurulan büyük komplonun ilk aşamasıdır. Kuran’da yer almayan böyle bir oluşumun dini vecibelerle alakası yoktur, tamamen siyasi amaçlara dayanmaktadır Türkiye, laik bir toplumun neferlerinden oluşur. İnanıyoruz ki, türban meselesi de er geç çözülecektir.

TÜRBAN / BAŞÖRTÜSÜ/ ÇARŞAF/ TESETTÜR KURAN`DA YOKTUR

Son zamanların güncel konularından biri olan türbanla ilgili olarak çoğumuz birşeyler söylemekte, tartışmalar yapılmakta, çoğu köşe yazarları bu konuya eğilmektedir. (10-15 sene evvel bu konuda hiç yorum yapılmaz ve başörtüsünün dinde olduğu kabul görürdü, Allah’a şükür Kuran’daki İslam’ın gücünün etkisiyle artık insanlar doğruları bulmak konusunda Kuran’ı rehber alıyorlar.)

Gelin isterseniz Kuran`da kapanmayla ilgili ayetlere bir göz atalım;
Yaratıcımız ilk insandan beri belli yerlerin kapanmasının şart olduğunu bize söylemiştir.

Araf Suresi 26 da
“Ey Ademoğulları !size çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve kıyafeti indirdik. “der.
Artık herkesin bildiği Nur Suresi 31. ayet söyle der;
“Mümin kadınlara da söyle; Bakışları ölçülü olsun ve cinsel organlarını korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünenler hariç açmasınlar.
ÖRTÜLERİNİ (BURADA HIMAR KELİMESİ GEÇER, HIMARIN KELİME ANLAMI ÖRTÜDÜR. MASAYA KONURSA MASAÖRTÜSÜ OLUR BAŞI ÖRTERSE BAŞÖRTÜSÜ OLUR. ANCAK ALLAH EĞER BAŞIN ÖRTÜLMESİNİ İSTESEYDİ ABDEST ALINIRKEN BAŞIN SIVAZLANMASI KELİMESİNİ İFADE EDEN RES KELİMESİ GİBİ BAŞ ÖZELLİKLE VURGULANIRDI. ANCAK BURADA HIMARA HİÇBİR TAKI KELİMESİ GETİRİLMDİĞİNDEN SADECE ÖRTÜ MANASI ÇIKAR. YANİ GÖĞÜSLERİN ÜZERİNİN ÖRTÜLMESİ)yaka açıklarına koysunlar. Süslerini şu kişilerden başkalarına göstermesinler; Kocaları… “. Ayette de görüldüğü gibi kapatılacak yerin yaka açığı olduğu bellidir. Hımar ile başı değil yaka açığının kapaması istenir.

Kuranda kapanmayla ilgili bir başka ayete de
Ahzab 59 da rastlarız
“Ey Peygamber!Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle elbiselerini üzerlerine giysinler. Bilinip incitilmemeleri açısından bu daha uygundur. “
Gördüğünüz gibi ayetlerde türban, çarşaf, başörtüsü, peçe gibi kapanmalar geçmez. Bunlar birçoğumuzun dinde var olduğunu sandığı ama aslında dinde olmayan şeylerdir. Ancak insanlar örflerini, geleneklerini, kültürlerini dinselleştirdikleri zaman bu tip durumlar ortaya çıkar. Dünyanın çoğu yöresinde insanlar sıcaktan etkilenmemek için çeşitli önlemler alırlar. Çıplak ayakla gezmemek de bir önlemdir başına birşey örtmekte. Bunlar çağlar boyunca günümüze gelen yöresel ve iklimsel kıyafetlerdir. Sıcak yerlerde kadınlar gibi erkekelerde başlarını kaparlar. Bu gayet normal bir durumdur, bizde yazın kafamıza güneş geçmesin diye önlemler almaktayız.
Tabiatıyla geleneğin yıkılması çok zordur, gelenekçi bir yapıdaki ortamda dünyaya gelen ve yaşamını yine aynı ortamda sürdüren insanlara bunu anlatmanın ne kadar zor olduğunu bilmekteyim ki yıkılması en zor olan şeyler insanların süregelen gelenekleridir. Ancak yanlış olan birşeyde de inat etmenin bir mantığıda yoktur hele bu Allah`ın indirdiğiyle de çelişiyorsa. Bunun yanısıra insanların aklına şöyle bir soruda gelebilir; başlarını örtenler bunu kulaktan duymalar, şeyhine uymalar, kocasının baskısına uyanlar dışında başörtüsünün yada adı neyle anılıyorsa onu okudukları bir kitapları mı var çünkü Kuranda geçmiyor. Evet okudukları birkaç kitap var. İsterseniz bu kitapların içindekilerden birkaç tanesini size örnek vereyim; o kitaplara göre; zina eden kişiler recm edilerek (taşlanarak) öldürülmelidir, kabak sevmeyen kişiler öldürülmelidir, kadının sesi haram olduğundan ağzına çakıl taşı doldurarak konuşturulmalıdır, resim heykel günahtır, erkek ipek giyemez, altın takamaz, kadın adetliyken namaz kılamaz-oruç tutamaz- hacca gidemez, midye karides tarzı yiyecekler haramdır, erkek sarı elbise giyemez, satranç oynamak haramdır, orucunu yanlışlıkla bozan 61 gün daha tutar, Kuranın bazı ayetlerini keçiler yemiştir. E bu kadar saçma sapan izahın içinde kadının kapanmasıyla ilgilide saçmalığa rastlayabilirsiniz; kadın baştan aşağıya çarşafla kapanmalı, kadının peçe takması gerekir, tek gözü açık dolaşılabilir, vücudun hiçbir uzvu gözükmez. İşte onların kitaplarında Allahın kitabında olmayanlar yazıyor, onların zihniyetleri böyle. Belki çoğu yaptığının doğru olduğunuda zannediyor olabilir ama yanlış, en azından yapılanların dinle bir ilgisi yok. Bunu Allah böyle istiyor demeleriyse Allah adına yalan söylemeleridir. Allah kadının kapanma ölçülerini vermiştir, tabiki isteyen çarşafta giyebilir o da onun tercihidir ama Allahtan gelen bir emir değildir, o emir gelse gelse kocasından gelir kocasının ailesinden gelir, dillendirilmese de yetiştiği toplumdan gelir, şeyhinden şıhından gelir, bu işin ticaretini yapanlardan gelir.


25 Mayıs 2017 Perşembe

OSMANLININ ALEVİ BEKTAŞİ DÜŞMANLIĞI


OSMANLININ ALEVİ BEKTAŞİ DÜŞMANLIĞI
Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı konularından biri tekke ve zaviyelerin kapatılmasıdır. Osmanlı’nın kuruluşunda önemli rol oynayan, imparatorluğun altın çağlarında önemli  ilim adamlarını yetiştiren tekkeler, imparatorluğun yıkılma döneminde ise devleti içten çürüten bir mikrop haline gelmiştir. 16. yüzyılın sonlarından itibaren tamamen nakilci bir din anlayışını benimseyen tekke ve zaviyeler, gerçek hayattan koparak imparatorluğun ,sosyal hayatındaki aktif görevlerini eskisi gibi yerine getirememişlerdir. Bu yüzden tekkeler, imparatorluğun gerileme ve yıkılış dönemlerinde tamamen ahireti düşünen, dünyadan kopuk, her yeniliğe karşı yobaz kurumlara dönüşmüştür
Bektaşilik, temellerini Hacı Bektaşi Veli’nin attığı islamın tasavvuf ekollerinden biridir. Hacı Bektaşi’nin hayatıyla ilgili yazılan ilk eser ölümünün üzerinden 200 yıl sonra yazılan Vilayetnamelerdir. Bu nedenle Hacı Bektaşi Veli’nin kim olduğu, nerede, ne zaman dünyaya geldiği hakkında kesin bilgiler yoktur fakat rivayetlere göre 1210 yılında Nişabur’da doğmuş, 1270 yılında Sulucakarahöyük’te vefat etmiştir.
Osmanlı tarihinin temel kaynaklarından biri kabul edilen Aşıkpaşazade, Hacı Bektaşi Veli’nin Anadolu’ya gelişini ve hayatını şöyle anlatmaktadır :
“Hacı Bektaş Horasan’dan kalktı. Bir kardeşi vardı, Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar. Anadolu’ya gelmeye heves ettiler. Evvela doğru Sivas’a geldiler. O zamanda Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteğiyle gelmişler…. Bu Hacı Bektaş, kardeşiyle Sivas’a, Sivas’tan Baba İlyas’a geldiler. Oradan Kırşehir’e, Kırşehir’den Kayseri’ye geldiler. Menteş yine memleketine yöneldi.Hacı Bektaş kardeşini Kayseri’den gönderdi. Vardı, Sivas’a çıktı.Oraya varınca eceli yetişti. Onu şehid ettiler.”(Aşıkpaşazade,  Aşıkpaşaoğlu Tarihi.İstanbul 1992 M.E.B. Yayınları s.164)

OSMANLININ KURULUŞUNDA BEKTAŞİLİK
Bektaşilik ile Osmanlı arasındaki ilişki imparatorluğun kuruluş dönemine kadar dayanır. Osmanlı kurulduğunda sanıldığı gibi bir şeriat devleti değildi. Bu nedenle devletin kuruluşunda Anadolu’daki dini tarikatler ile Osmanlı beyleri arasında uyumlu bir ilişki olmuştur ve ilk Osmanlı sultanları, Rum abdalları da denilen Bektaşi dervişleriyle iyi geçinmişlerdir ve zaman içinde Bektaşilik, Osmanlı’da önemli bir mevki kazanmıştır. Özellikle 14. yüzyılın ikinci yarısından sonra ve 15. yüzyılda Rumeli fetihlerinde bu bölgelerin islamlaştırılmasında kolonizatör Türk dervişleri de denilen  Bektaşi dervişlerinin önemli rolü olmuştur ve yaptıkları hizmetler karşılığında kendilerine tekke ve zaviyeler açılıp köyler bağışlanmıştır. Bu dönem tarihçiler tarafından ”Osmanlı’nın sünnileşmediği dönem” olarak adlandırılmaktadır.

BEKTAŞİLİK VE YENİÇERİ OCAĞI İLİŞKİSİ
Bektaşi tarikatının itibar kazanmasının diğer nedeni ise Yeniçeri ocağı ile Bektaşilik arasındaki ilişkidir. 1362 yılında 1. Murat’ın kurduğu Yeniçeri ocağı, 15, yüzyıldan , ocağın lağv edilmesine kadar bektaşi tarikatına bağlı kalmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri yeniçeri ocağının Hristiyan devşirmelerden oluştuğu için sünniliğe göre daha yumuşak olan bektaşiliği kendilerine daha yakın hissetmeleridir. Yeniçeri ocağında bir çok Bektaşi özelliğine rastlamak mümkündür. Örneğin Ocağa, ‘Ocağ-ı Bektaşiyan’; Yeniçerilere, ‘taife-i Bektaşiye’, ‘Gürüh-u Bektaşiye’, ‘Zümre-i Bektaşiyan’; Ocak ağalarına ‘rical-i dudman-ı Bektaşiye’; Ocaktaki Çorbacılara ‘Sanadid-i Bektaşiyan’, ‘Ağayan- ı Bektaşiyan’ denilmektedir.

1657 YILINDAN ÖNCE BİR YENİÇERİ
Yeniçerilerin savaşa giderken, savaş sırasında ve sonrasında çektikleri gülbank, Bektaşiliğin ocak üzerindeki etkisini net bir şekilde göstermektedir. Çünkü yeniçerilerin çektiği gülbank ile Bektaşilerin gülbankı aynıdır. Yeniçerilerin savaş sırasında çektiği gülbank şöyledir :
“Allah Allah Eyvallah / Baş uryan, sine puryan, kılıç al kan / Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran / Eyvallah… Eyvallah / Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan / Kulluğumuz padişaha ayan /
Üçler, yediler, kırklar / Gülbankı Muhammed, Nuri Nebi, Keremi Ali / Pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş Veli / Demine devranına hu diyelim /Hu (Burhan Kocadağ – Alevi Bektaşi Tarihi Can Yayınları 1996 s.78)

OSMANLI’NIN BEKTAŞİ TARİKATLARINI NASIL KAPATTIĞINI, BEKTAŞİLERE NASIL ZULÜMLER YAŞATTIĞINI BİLMEK LAZIM.
Hep Cumhuriyet tarihiyle yüzleşecek değiliz ya biraz da Osmanlı tarihiyle yüzleşelim ne dersiniz? İşte tüm ayrıntılarıyla Osmanlı’nın Bektaşi tekkelerini kapatması ve Bektaşilere yaşattığı zulüm…

BEKTAŞİ TEKKELERİNİN KAPATILMASI
Yeniçeri Ocağı ile Bektaşi tarikatı arasındaki ilişki, bektaşi tekkelerinin kapatılmasında önemli etkenlerden biri olmuştur. Yeniçeri ocağının kanlı bir şekilde kaldırılmasından sonra Bektaşi tekkeleri de yeniçerilerle aynı kabul ederek zararlı görülmüş, islam dışı, sapık, zındık bir tarikat olarak nitelendirilmiştir.

BEKTAŞİLİĞE YÖNELTİLEN SUÇLAMALARDAN BAZILARI ŞUNLARDIR:  namaz kılmamak, oruç tutmamak, içki içmek, Hz. Ali’yi tek halife bilerek, Hz. Osman ve Hz. Ömer’e hakaret etmek, halkı doğru yoldan saptırmak…

DÖNEMİN ÜNLÜ DEVLET ADAMLARINDAN AHMET CEVDET PAŞA BEKTAŞİLİĞİ ŞÖYLE TANIMLAMAKTADIR :
Bektaşiler, Peygamberlik iddiasından sonra karışıklığa yatkın olan halkın kalbini çelip kötülüklere sürüklediler. Özellikle cahil insanlara ve yeniçerilere sokulup işledikleri kötülüklerle onları da baştan çıkarıp isyan edecek duruma soktular. Osmanlı topraklarının her yerinde öncesi ve sonraki kanun yolu ile idam edilmeleri, devleti sevenlerin amacı idi.”(Ahmet Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet. Cilt 12 İstanbul Üçdal Neşriyat 1966 s.236)
Görüldüğü gibi bir zamanlar padişahların bile saygı duyup benimsediği Bektaşilik 19. yüzyıla gelindiğinde Cevdet Paşa’ya göre yok edilmesi, vatanseverliğin bir göreviydi.

PEKİ AMA NE OLDU DA BİR ZAMANLAR ÇOK SAYGIN KABUL EDİLEN BEKTAŞİLİK, ŞEYTANLAŞTIRILDI?
Bunun tek nedeni, Bektaşiliğin islamdan uzaklaşması mıydı? Cevap : Tabii ki hayır. İslamdan uzaklaşma suçlaması sadece bahaneydi. Gerçek neden tamamen siyasiydi. Bektaşilerin, Yeniçeri ocağı üzerindeki etkisi Bektaşi tekkelerin kapatılmasındaki en önemli etkendir. Çünkü, Bektaşi tekkelerinin Yeniçerileri kışkırttığı düşünülüyordu. Son Yeniçeri isyanında da Bektaşilerin destek olması, Bektaşi tekkelerinin kapatılmasında önemli etken olmuştur. Kısacası, devlet için Bektaşi tekkeleri fitne yuvasından başka bir şey değildir
8 Temmuz 1826 tarihinde Saray-ı Hümayun camisinde Bektaşi tekkelerinin durumunu görüşmek için toplantı düzenlenir. 2. Mahmut’un da izlediği toplantıya Nakşibendi, Mevlevi,Halveti,Celveti, Sadiyye gibi birçok tarikatın temsilcisi, sadrazam ve eski, yeni şeyh-ül islamlar katılmıştır. Toplantının ilginç olan yönü, toplantıya katılanların tamamının Sünni inanca mensup olmasıdır. Yani Bektaşilik hakkında karar veren kurul, Bektaşiliği zındık olarak gören sünni bir kuruldur. Böyle bir kurulun Bektaşilik hakkında ne karar vereceğini tahmin etmek zor değildir.  Toplantıda Sadrazam, tarikat temsilcilerine görüşlerini sormuş, tarikat temsilcileri Bektaşilikle alakaları olmadığı için bilgileri olmadığını söyledikten sonra Bektaşilik hakkında duydukları islam dışı faaliyetleri anlatmışlardır. Ardından şeyh-ül islam söz alarak Bektaşiliğin islam dışı olduğu hakkında bir konuşma yapmış ve toplantı sonunda Bektaşi tekkelerinin kapatılması kararı alınmıştır.

KARAR KISACA ŞÖYLEDİR :  Üsküdar ve Eyüp başta olmak üzerine 60 yıldan daha eski olan Bektaşi tekkeleri diğer tarikatlara verilecek, son 60 yılda yapılan tekkeler ise yıkılacaktır Bektaşi Baba ve müridleri ise dinsel açıdan ‘düzelmesi’ için Hadim, Birgi ve Kayseri gibi ulemanın yoğun olduğu yerlere sürgün edilecektir   Yüzyıllar boyunca devlete hizmet eden Bektaşilere reva görülen hak işte budur.  Kapatma kararından sonra hemen harekete geçilerek İstanbul tekkelerindeki Bektaşi babaları ve müritleri tutuklanarak Darphane’ye hapsedildiler.Kıncı Baba, İstanbulağasızade Ahmed Baba ve Salih Baba adındaki Bektaşi babaları idam edildi.

İMAN SINAVI VE SÜRGÜN
 Diğer Bektaşi babaları ise Şeyh-ül islam tarafından ”iman sınavına”tabi tutuldu. Yapılan sınav sonucunda Bektaşi babaların islamı hiç bilmediğine ve zındık olduklarına karar verildi ve her biri farklı yerlere sürgün edildi. Sürgün edilen Bektaşi babalarından bazıları ve sürgün edildikleri yerler şöyledir :
Rumelihisarı’nda Şehitlik tekkesinden Mahmud Baba ile yedi nefer müridi Kayseri’ye,
Paşalimanı tekkesindeki Ahmed Baba ve Kazlıçeşme tekkesindeki Hüseyin Baba ikişer nefer müridl eriyle Hadim’e
Karaağaç tekkesinden o tarihte aynı zamanda ‘Hacı Bektaş Vekili’ olan İbrahim Baba ile sekiz nefer müridi, Sütlüce tekkesinden Mustafa Baba ve Eyüp’te Karyağdı Tekkesinden Mustafa Baba üç nefer Bektaşi ile Birgi’ye,
Karaağaç Tekkesinde misafir olan Yusuf Baba Amasya’ya, ve diğer misafirlerden biri olan Ayıntablı Mustafa Baba Güzelhisar’a,
Kıncı Baba’nın kardeşi Mehmed Baba, Çamlıca Tekkesinden Mehmed Baba ve Merdivenköyü tekkesinden diğer Mehmed Baba dört nefer müridi ile Tire’ye (John Kingsley Birge – Bektaşilik Tarihi  (Çeviren: Reha Çamuroğlu). İstanbul:Ant Yayınlar 1991 s.89)
İstanbul’daki diğer Bektaşi babaları sürgün edilmemek için Sünni taklidi yapmışlardır.

İZZET MOLLA, BEKTAŞİLERE YAPILAN BASKIYI ŞÖYLE DİLE GETİRMİŞTİR:
“Ağalar eyledi cehiyme sefer / Çaldı Bektaşiler de göç borusun”(Ahmet Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet. Cilt 12 İstanbul neşriyat 1966 s.238)  Devletin, Bektaşi düşmanlığı öyle bir hal almıştır ki sevilmeyen, ayağı kaydırılmak istenen kişiler bile Bektaşi olmadığı halde Bektaşi olmakla suçlanmışlardır. Örneğin Beşiktaş Cemiyeti İlmiyesinde hoca olan  Melekpaşazade Abdülkadir bey,eski vakanüvis Şanizade Mehmet Ataullah Efendi ve defterdar İsmail Ferah (Ferruh) Efendi Bektaşi olmadıkları halde Bektaşilikle suçlanarak Manisa, Menemen ve Bursa’ya sürgün edilmişlerdir. Bu örneklerin dışında Bektaşi olmadığı halde sadece devlete muhalif olduğu için Şabçı Yahudi adındaki bir sarraf, Bektaşilikle suçlanıp idam edilmiş, sonra da mallarına el konulmuştur.
Bektaşi düşmanlığı zaman içinde hastalık halini almıştır. Sadece isimlerinin sonunda ”baba” ifadesi geçtiği için  Halep’teki Bayram Baba Tekkesi kapatılmış, ancak daha sonra bu tekkenin Halvetiye tekkesi olduğu anlaşılınca tekrar açılmıştır.  İstanbul’daki Bektaşi tekkeleri, devletin baskısı altında her gün ezilirken 2. Mahmud Rumeli’deki Bektaşi tekkelerinin yıktırma kararı almıştır ve Hacı Ali bey ile Pirlepeli Ali ağayı görevlendirmiştir.Anadolu’daki tekkelerin yıkılması görevi ise Cebecibaşı Ali Ağa ve müderrislerden Çerkeşi Mehmed Efendi’ye 1 Ağustos 1826 tarihinde verilmiştir. (Bknz : İsmail Hakkı Uzunçarşılı Kapıkulu Ocakları Ankara TTK Yayınları 1988 s.572)
2. Mahmud bir yandan Bektaşi tekkelerini yıktırma kararı alırken diğer yandan Bektaşi tekkelerini Nakşibendiliğe dönüştürmeye çalışmıştır.
Örneğin 1827 yılında Hacı Bektaşi Veli vakfını Nakşibendi tarikatı esaslarına göre yönetmesi şartıyla Bektaşi babası Hamdullah Efendi’nin yerine kardeşi Veliyüddin efendiyi verdiği şu beratla görevlendirmiştir :
“… kötünün ortadan kaldırılmasıyla Nakşibendi Tarikatı usulü yerine getirilmek koşuluyla adı geçen kardeş Seyyid Veliyüddin’e ………………..  görev belgesi gereğince bu beratı verdim” (Baki Öz- Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri. İstanbul: CanYayınları 1997 s.93)

2. MAHMUDUN BEKTAŞI DÜŞMANLIĞI VE SADRAZAMA VERDİĞİ EMİRDEKİ USLÜP
2. Mahmud Bektaşiliğin kökünü kazımaya kararlıdır ve Bektaşi tekkelerinin kapatılmasında gevşek davranıldığını düşünmektedir. Sadrazama verdiği emirdeki üslubunun sertliği Bektaşilere ne kadar düşman olduğunu açıkça göstermektedir:
“… Şöyle böyle denilerek bunların yerine getirilmesi pek gecikti.. Denetçileri görevden uzaklaştırasın. Birçok yasaların uygulanmasına izin vermeme karşın, yine yüzüstü bırakılıyor. Her ne kadar işler çoksa da, birine bir düzen verilmeden başkalarına başlanıyor, işler arapsaçına döndüğünden bir kat daha zorlaşıyor. Zecriye maddesi nasıl oldu?… her biri hizmet beğendireyim diyerek işleri birbirine dolaştırıyorlar. Şimdiye kadar bir şey söylenmediğinden aşırıya gitmeye başladılar. Sonunda kızacağımı düşünmüyorlar mı?… Sonra şöyle oldu, böyle oldu sözlerini dinlemem.” (Baki Öz- Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri. İstanbul: Can Yayınlar 1997 s.94)
Sadrazam Selim Paşa, Şeyh-ül islam yüzünden görevin ağır yürütüldüğünü söyleyerek şeyh-ül islamın da görevlendirilmesini ister. Bunun üzerine padişah şu fermanla Şeyh-ül islamı da görevlendirir :
”Benim vezirim… Bektaşilerin, tarikat şeyhleri, Kuran hocaları ve şeriat memurları, mahalle imamları gibi yansız kişilerden oluşan inceleme-araştırma kurulları yoluyla durum incelenerek baskı ve korumanın dışında tutularak, haklarında şeri yasalar neyi gerektiriyorsa onu uygulayarak, yoksul-zengin ayrımı yapılmaksızın hangi sınıftan olursa olsun eşit tutularak, şu BEKTAŞİ FESADI maddesinin ehli sünnet arasından tümüyle temizlemek için şeyhülislamlığın bu işi üstlenmesi buyruğumuzdur. Bu Bektaşilik fesadının Muhammed ümmedi arasından kaldırılmasına birlikte çaba ve özen gösteriniz.”(Baki Öz- Alevilik’le İlgili Osmanlı Belgeleri. İstanbul: Can Yayınları 1997 s.91)
Padişahın bu sert fermanından sonra Anadolu ve Rumelideki bir çok Bektaşi tekkesi kapatılmış, Bektaşi Babaları sürgün ya da idam edilmiş ve Bektaşi tekkelerinin mallarına el konulmuştur.

 SADECE 1826 YILINDA KAPATILAN BEKTAŞİ TEKKELERİNİN İSİMLERİ ŞUNLARDIR :
Anadolu da kapatılan Bektaşi Tekkeleri :  Haydar Baba Tekkesi, Yatağan Baba Tekkesi, Hazma Baba Dergahı, Ayn-i Ali BabaTekkesi, Niyazi Baba Tekkesi, Cafer Baba Tekkesi, İnci Baba Tekkesi;
İstanbul’da kapatılan Bektaşi Tekkeleri : Şahkulu Sultan Dergahı, Karaağaç Tekkesi, Karyağdı Tekkesi, Perişan Baba Tekkesi, Şehitlik Tekkesi, Akbaba Tekkesi, İvaz Fakih Baba Tekkesi, Bademli Tekkesi, Yarımca Baba Tekkesi, Ağlamış Baba Tekkesi,
 Rumeli’de kapatılan Bektaşi Tekkeleri : Pınarhisar Tekkesi, Demir Baba Tekkesi, Seyyid Ali (Kızıl Deli) Sultan Dergahı, Kesriye Tekkesi, Vodorina Tekkesi, Velikiot Tekkesi, Kuç Tekkesi, Hıdır Baba Tekkesi; Mısır: Kaygusuz Abdal tekkesi, Kasr-ı Ayn Tekkesi (Frederick William Hasluck – Anadolu ve Balkanlarda Bektaşilik İstanbul 1995 Ant Yayınları)

BEKTAŞİLERİN GİZLENMESİ VE TAKİYYE
2. Mahmud’un indirdiği bu darbeden sonra Bektaşiler, gizlenme yolunu tercih etmişlerdir.
Ahmet Cevdet Paşa’nın anlattığına göre idam edilenler ve sürgüne yollananlar dışında kalanlar sünni inanca bağlılıklarını bildirmişler fakat tutum ve davranışları bakımından yalan söylemektedir. Paşa’ya göre ortada Bektaşi kıyafetiyle dolaşan kimse kalmamıştır. Çünkü Bektaşiler, mücadelelerini sürdürebilmek için takiye yolunu seçmişler, sünni gibi görünmüşlerdir.
Devletin yoğun baskısından kurtularak özgürce inancını yaşamak isteyen Bektaşiler ise devletin merkezinden uzak olan Arnavutluk’u merkez olarak seçmişlerdir. Arnavutluk dışında Bosna, Yunanistan, Yanya ve Girit, Bektaşilerin inançlarını yaşamak için seçtikleri diğer yerlerdir.