31 Aralık 2013 Salı

ATATÜRK'ÜN BESLENME ALIŞKANLIĞI (YEDİĞİ VE SEVDİĞİ YEMEKLER)



ATATÜRK'ÜN BESLENME ALIŞKANLIĞI (YEDİĞİ VE SEVDİĞİ YEMEKLER)
  Atatürk'ün siyasal yönleri şimdiye değin yeterince incelenmiştir. O'nun getirdiği Cumhuriyet rejimi, demokrasi anlayışı, devlet yapısı ve siyasal düşünceleri ele alınmış ve literatürde yer almıştır. Bir devlet adamı olarak devlet yönetimi siyasal literatürde yer almıştır. Bir devlet adamı olarak devlet yönetimi siyasal literatürümüzde incelenmiştir. Fakat O'nun bir siyasal önder olarak insancıl yönleri, günlük yaşamı, alışkanlıkları, hoşlandığı, hoşlanmadığı kültürel ögeler, değer yargıları, aile yaşantısı yeterince ele alınıp incelenmiş değildir. Bu bildirimizde onun günlük yaşantısının sadece bir kesitini oluşturan

YEMEK YEME ALIŞKANLIKLARI ÜZERİNDE DURACAĞIZ. ATATÜRKÜN YEMEK YEME ALIŞKANLIĞI
O'nun yemek kültürünü iki açıdan ele almak olanaklıdır.
I. O'nun Sofrası. II. Yediği ve sevdiği yemekler.
 
I. ATATÜRK'ÜN SOFRASI Tarihin ilk çağlarından bu yana devlet başkanlarının çeşitli mesleklerden kişilerle sofrada oturup tartışma geleneği yarattığını biliriz. Eski Yunan'da ünlü filozof Eflatun, öğrencileriyle tarihe “Diyaloglar” diye geçen tartışmalarını “Akademia”da yapardı. Burası, Atina'da bir felsefe okulu durumuna getirdiği evinin bahçesi idi. Eflatun'da tıpkı hocası Sokrates gibi burada öğrencileriyle günün sorunlarını aklın ve bilimin ışığında tartışırdı. Böylece gerçeklere, iyiye, güzele, doğruya varmanın yolları aranırdı. İşte Atatürk'ün sofrası da bu nitelikte bir sofra idi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir yazısında şöyle der: “Atatürk'ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır Atatürk'ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Bu sofrada esen hava sevgi, vefa ve arkadaşlıktı.
Burada ilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alırdı. Ülke sorunları, geleceği, çözüm biçimleri aranırdı. Gönül sohbet ister, kahve bahane şiirinde olduğu gibi, M.Kemal için de amaç, tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra ve içki ise bir araçtı. Gece yemekleri bazen müzikli oluyor, çeşitli sanatçılar konser veriyordu. Karatahta, tebeşir, silgi ve kütüphaneden gelen kitaplar, sofranın bir parçası

I. BESLENME ALIŞKANLIKLARI VE SEVDİĞİ YEMEKLER Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değildi. Kendisi bir konuşmasında ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir.

SABAH KAHVALTISINDA;
çay, kahve içiyor, fazla bir şey yemiyordu. Soğuk ayranla, bir dilim ekmek yerdi.
Bazen bir kâse yoğurt yer, sonra sütlü kahve içerdi.

ÖĞLE YEMEĞİ:
 Bir iki dilim ekmek yerdi.
Etsiz kuru fasulye, pilav çok sevdiği yemekti.
Kuru fasulyeye, “yağlı fasulye” derdi.
Ayran ve limonata içiyordu.
İki dilim ekmeği ayrana batırarak yiyordu.
Yoğurt da ayrıca yiyordu.
“Kuru fasulyeye okulda alıştım” demiştir.
Kışla yemeği, askerî yemek sayılmıştır kuru fasulye.

İKİNDİ ÜZERİ
 ekmeksiz bir bardak ayran içerdi.
SOFRADAN GENELLİKLE DOYMUŞ OLARAK DEĞİL, AÇ KALKARMIŞ.

AKŞAM YEMEĞİ:
Akşam yemeğinin ayrı bir önemi var.
Konuklarıyla birlikte yiyordu.
Devlet görevi akşam yemeklerinde devam ediyordu.
Omlet seviyormuş, özellikle gece geç saatlerde acıkınca peynirli omlet yermiş.
Sahanda yumurta da severmiş.
Etli taze bamya de sevdiği yemeklerden.
Karnıyarık da severmiş.
Onu pilav karıştırarak yermiş.
Haşlanmış kuşkonmaz da sevdiği bir yemek.
Enginarı hiç yememiş.
İstediği halde hiç yiyememiş.
Hastayken enginar yemek istemiş.
Hatay'dan ısmarlamışlar.
Fakat kendisi komaya girmiş ve yiyememiş.
Arasıra fava denilen zeytinyağlı, limonlu bakla ezmesinden istediği olurdu.
Tatlılarla arası pek iyi değilmiş.
Ama gül reçeli severmiş.
Kahveyi orta şekerli içermiş.
10-15 fincan içermiş.
Hergün 40-50 sigara içermiş.
Meyvalardan kavun seviyormuş.
Kavrulmuş, tuzlu leblebi, fıstık da sevdiği yiyeceklerden.
Soğan, sarımsak, pastırma gibi kokulu yiyecekleri sevmiyormuş.
İçkilerden rakı ve bira içiyordu.
Sofrasında çeşit bol değilmiş. Köşkte hazırlanan yemekleri yiyordu
.
Atatürk içkisini koydurur sofrasında durur sohbet boyunca bir yudum şeklinde içerdi  tüm sohbetlerinde içtiği içki bir iki kadehi geçmezdi ,ömrü boyunca Atatürkün sarhoş olduğunu gören olmamıştır

SARHOŞLUKTAN HİÇ HOŞLANMADIĞI SÖYLENMEKTEDİR.

Çocukluğunda annesinin yaptığı Selanik'in ıspanaklı böreğini çok severmiş. Seyahatlerinde gittiği yerlerde kendisine ikram edilen yörenin yemeklerini zevkle yermiş. Ama bunlar O'nun sürekli yediği yiyecekler değildi. Kırşehir'de çorba, hindili pirinç pilavı, su böreği, karışık turşu ve meyva ikramları ile karşılaşmıştır. Kırşehir'in su böreğini çok beğenmiş. Kaman'da sahanda yumurta, yoğurt, balbaşı, pekmez ve meyva yemiş. Kızarmış tavuk, bulgur pilavı da orada ikram edilen yemekler arasındadır. Kaman'da ikram edilen yoğurt ve pekmez karışımı bir tatlı olan balbaşı pekmez dürüm ya da sokum biçiminde yufka ekmekle yenir ki Atatürk bu yiyeceği de sevmiş.

Adana'da severek yediği yemekler şunlardı: Bamya dolması, patlıcan hünkâr beğendi, güveç, sini köftesi, domatesli pirinç pilavı, hanım göbeği tatlısı. Tarsus'ta baklava yemiş ve ayran içmiş. Ayrıca çok miktarda marul yemiş. Siroza yakalanıp halsiz düştüğü günlerde tatlı yemesi gerektiğinde Yanya tatlısı ve irmik helvası çok hoşuna gitmişti. Konya'da kendisine sedirler saç böreği ve Höşmerim denen kaymaklı tatlı ikram edilmiş ve Atatürk bu özel yiyeceklerden memnun kalmıştı. Özellikle belediye başkanının evinde hanımı bu yemekleri O'na ikram etmiştir.

SONUÇ
Atatürk'ün yemek ve kültür konusundaki yaşamını günümüz açısından değerlendirecek olursak şu hususlara değinebiliriz: Sofrada uzun süre oturmak geleneğini Atatürk'te görmekteyiz. Bugün çağdaş ülkelerde insanlar, sofralarda uzun zaman oturmaktadırlar. Tartışırlar, eğlenirler, iş hallederler. Atatürk de öyle yapmıştır. Sofrayı O, ülke sorunlarını çözümlemede bir araç olarak kullanmıştır.
O'da bir Türk insanı olarak geleneksel Türk yemeklerini sevmekte idi.

Kuru fasulye ve pilav örneğinde olduğu gibi.
Bugün hepimiz bu yemeği severiz. Askerde de çok pişirilir bu millî yemek. Bazı kimseler askerde bu yemeği çok yedikleri için askerlik dönüşünde artık yemezler. Bıkmışlardır çünkü. Demek ki Atatürk bıkmamış.
Yemekleri fazla yememekle bu günkü çağdaş anlayışı sürdürmüştür. Sağlıklı beslenmenin koşullarından olan az yemek, Atatürk'ün de beslenme politikası olmuştur. Onun sofrasında bol çeşit olmaması da bu hususu kanıtlar. Geleneksel Türk içkisi olarak O'da rakıyı seviyor ve leblebi, kavun gibi mezeler yiyor. Bunlar da O'nun geleneksel yanlarından birisini oluşturuyor. Beslenmesinde Türk zevkinin egemen olduğunu görüyoruz. Türk mutfağının yemekleri, mezeleri, tatlıları, içecekleri ve meyveleriyle besleniyordu. Avrupa mutfağının yiyecekleriyle beslenmemiştir. O'nun döneminde devlet görevlilerinin sofralarında et yemeği hemen hemen yoktu. Kebaplar, yağlı ağır yemekler yemiyordu. Bazen tavuk ya da hindi yeniyordu. Anadolu'da halk eti Kurban Bayramında görebiliyordu. Ülke yoksul durumda idi. Halkının et yemediğini Atatürk çok iyi biliyordu. Kendi sofrasında da bazen etli yemek oluyordu. O'nun ülkenin bu yoksul durumunu göze aldığını ve bu nedenle de et yemediği söylenebilir.
Yemek sofrasında ve sevdiği yemeklerde daha çok sebze ağırlıklı yemekler dikkati çekiyor.
Yemeklerdeki gelenekselliği sürdürmesi, O'nun geleneksel Türk kültüründen kopmayışının bir kanıtıdır. Fakat O, her konuda çağdaşlaşmayı amaç edinmişti. Ama bunu yaparken çağdaşlık ve geleneksellik sentezi içinde, ulusal kimliğin korunarak çağdaşlığın gerçekleştirilmesini istemesi, O'nun çağdaş bir devlet adamı oluşunun en güzel göstergesidir. "İstanbul seyahatinin devamı süresince, Riyaseticumhur musıki heyetinin çalışma programı, ayrı bir özellik gösterirdi.

Şöyle ki; her akşamüzeri Dolmabahçe sarayının üst katında orkestra çalar ve ATA, yemek odasına geçince, orkestra gider, fasıl takımının vazifesi başlardı. Bu vazife ATATÜRK sofradan kalkıp istirahate çekilinceye kadar devam eder, şayet yatla gezmeğe çıkarsa, fasıl takımı da beraber bulunurdu.
  ATATÜRK'ÜN SABAHA KARŞI YATLA SARAYA DÖNÜŞÜ, VEYA SARAYDA GEÇ VAKİTE KADAR UYANIK KALDIĞINI BİLEN BİR ÇOK KİMSELER, ONUN SABAHLARA KADAR ZEVK VE SEFÂ İÇİNDE YAŞADIĞINI SANIRLAR. Oysaki ATATÜRK, daima memleket ve millet için yaşadığı ve ekseriye yatın sabaha kadar adalar civarında ya da boğazda gezmesine rağmen, kendisinin alt kamarada, ciddi mevzuların münakaşasıyla meşgul olduğu, çok sevdiği denizi ve mehtabı dahi seyretmediğini bilmezler.
Prof. Dr. Mahmut Tezcan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.