ALEVİLER NEDEN MUMU SÖNDÜRÜR - İFTİRAYA CEVAP
Caminin egemen olduğu hiçbir ülkede demokrasi ve insan hakkı yoktur.
Ülkeler sömürge, insanlar kuldur…
Kadın köledir;
oy hakkı yoktur.
Hıristiyan âleminin üçyüz yıl önce kırdığı, koparıp attığı zincirleri, İslam âlemi neden kıramaz; neden hala 16. yüzyılın değerleriyle yaşamakta ısrar eder?
Çünkü feodalite, statükonun ağababasıdır.
Cami, statükonun kalesidir.
Emeğin, Hakkın değil, sömürünün ve egemenin yanında yer almış, yandaş olmuş, meşrulaştırma misyonuna soyunmuştur.
Değişim ve demokrasi karşıtıdır. Alevi nefreti, farklılıklara yönelen kırımlar, iftiralar hep cami ve Diyanet cemaatince üretilmiştir. Hiç mübalağa etmiyorum; objektif olmaya çalışarak, derinliğine bakın, çarpıcı gerçeği siz de göreceksiniz.
Geçen hafta medyada yine aynı mealde bir haber okuduk… Haber başlığı şöyleydi; “Aleviler mum söndü yapar!”
YALANLAMA BEKLEDİM
Bekledim ki, ulemadan, cami cemaatinden, bunların örgütlerinden, “akil” adamlarından, şeyhlerinden, şıhlarından ve temel problem alanı olan Diyanetten; “bu yaptığınız ayıptır, iftiradır, bühtandır, bölücülüktür, alçaklığın da bir sınırı vardır, yapmayın” diyen biri çıksın… Çıkmadı… Alenen soruyorum: ne oldu size, insanlığınıza, itikadınıza? İçinizde Haktan yana hiç mi insan kalmadı? Yok!
Bu yaşa geldim, böyle bir Müslüman’a rastlamadım… Ya siz?
Azeri şair Sabir’i bilir misiniz? O’nun dizeleridir; “harda bir Müselman görirem gorhirem/ gorhirem aybalam gorhirem!”
Konuya dönelim; iftiranın sahibi olan alçak; Gemlik Endüstri Meslek Lisesi'nde din dersi öğretmeni. Yani bir kamu çalışanı… Ayrımcılık yaparak istikbal arayan tipik bir mürteci, bir cahil… Evet, keşke “öğretmen”, kadrosu verilen aşağılıkların sayısı, “bir iki cahil” deyip geçecek denli sınırlı olsaydı, ama öyle değil… Sürüyle… Bunlar, sanki öğretmen değil, eğitim-öğretim için okula gönderdiğimiz yavrularımıza işkence eden “dal grubunun” üyeleri! Akılları, insanlıkları, vicdanları alınmış onbinlerce kadavra!
SÜRÜ NEREDEN GÜÇ ALIYOR?
Bilinen şeydir, sürü “elebaşını” gözler. Elebaşı ne yapar, nereye giderse, aynen taklit eder. Birazdan kurda yem olacağını düşünemediği için kurdun arkasından gider, ölür; öndeki koyunun boğulduğunu gördüğü halde arkasından gidenler de düşünmeden çaya da atlar, geberir... Dolaysıyla sürü; akla da, düşüne de ihtiyaç duymaz. Günümüzün ‘fenomeni’ de yobazın taklit ettiği bir numaralı örnek durumunda! Dolaysıyla bakan, müsteşar, vali, yargıç, savcı, okul müdürü, öğretmen O’nu takip ediyor.
“Dünyanın en eski mesleği!” bile beş para etmiyor artık. Sürecin en karlı “mesleği”, Tayyip Beye yağdanlık yapmak, “Allah’la aldatmak” ve garibe vurmak… Meslekte yükselmek, para ve şöhret sahibi mi olmak istiyorsun? Okulun, apartmanın, bulunduğun kamu kurumunun, kışlanın bir bölümünü mescit yap, Atatürk resimlerini çöpe at, hatta bir de gazete muhabiri çağır, Atatürk’ün çöpteki resimlerini göster ve haber yaptır. Ramazan’da yemekhaneyi kapat, iftar çadırı kur… Hiç bişey bilmezsen tabeladaki T. C.’yi sök!
Ama başbakanı mutlu edecek bir eylem biçimi arıyorsan, Alevileri aşağıla, iftira et!
En mazlum, en mağdur, en sahipsiz, hak ve hukuku gözetilmeyen, örgütü, partisi, sahip çıkanı olmayan kesim kim; Aleviler… Çoluğu, çocuğu devlet zoruyla asimilasyona tabi tutulan, ibadethanesine, ibadetine hakaret edildiği halde kıyıcılığa, ahlaksızlığa, şiddete başvurmayan, yasadışına çıkmayan, vatana, millete, doğaya, dünyaya zarar vermeyen, yurttaşlık sorumluluğunu bihakkın yerine getiren kim; Aleviler. Demokrasiye, laikliğe, cumhuriyet değerlerine, insan haklarına en bağlı kesim kim; Aleviler… Diktatör heveslisine, çağdışı partilere oy vermeyen, zırnık bile koklatmayan kesim kim; aleviler…
O halde vur Alevi’ye!
“MUM SÖNDÜ!”
Dinleyin mürteciler, aklı-fikri uçkurunda gezen sapıklar, hülleciler, beş karı peşinde olan, 12-13 yaşındaki kız çocuklarını alan-satan ahlak düşkünleri! Osmanlının sapık ilişki merkezleri olan medrese özlemcileri… İftira ve sapkınlıkta sınır tanımadığınıza, bu yazılanlara da itibar etmeyeceğinize şüphem yok ama yine de şu “mum söndü” iftiranıza, nereden çıktığına dair bir açıklık getirelim.
Cem, her aklına esenin girebileceği bir erkân değildir. Kaydı, kuralı, ciddiyeti, ahlakı, değerleri vardır.
Hırsız, namussuz, ırz düşkünü, haram yiyen, üzerinde kul hakkı bulunan, cem ehlinin rızasını alamayan, ağlattığını güldürmeyen, döktüğünü doldurmayan, özetle görümden geçmeyen hiç kimse, canlarla cem olamaz.
Görümden geçen, canların rızasını alıp yerine oturan herkes candır, canandır, bacı-kardeştir. Onbinlerce yıla dayanan kuralları, edebi- adabı vardır. Şamanın, zerdüştün, budanın Mavera-ün Nehir denilen coğrafyada yaşayan, başta Türkler olmak üzere bölge halklarının inançsal kültürünü sinesinde taşıyan koskoca bir altlıktan beslenir.
Bu yüzden iddia ediyorum: cem ehlinin kov-gıybet yaptığı, diğer inançlara saldırdığı, buğuz ettiği, cem ibadetinden çıkıp insan yaktığı, insana kıydığı görülmemiştir. Bu suçlardan herhangi birini işleyene “düşkün” denilir ve ‘döktüğünü doldurmadığı’ sürece ceme girmekten men edilir.
“Mum” dediğiniz nesnenin ibadethanemizdeki adı delildir. Delili, yani çerağı uyandırmak (yakmak), Alevi ibadetinin oniki hizmetinden biridir. Güneşi sembolize eder, kutsanır. Mekânın aydınlatılması için değil, gönüllerin aydınlanması için uyandırılır. Meydan evinde canların huzurunda hazırlanan çerağ, büyük bir huşu, törensellik ve düazlarla yerine konulur. Çerağ yerine konulurken bütün canlar ayaktadır. Eller göğüs üstünde, sağ ayak parmakları sol ayaküstünde, pür dikkat çerağ izlenir. Çerağın sönmesi, sönmesine neden olunması kötülüğe delalettir. Karanlığı ve kötülükleri kovan, evreni ve insanlığı aydınlatan güneş gibi, çerağ da canların gönlündeki karanlığı aydınlatır, kötülüğü kovar.
Gelenek (inanç), onbinlerce yıl öncesine dayanır. Abdulbaki Gölpınarlı hocanın bulgularına göre bu yüzden, ışığı kutsayan eski Türk boylarından bazılarına ışık taifesi denir ve bu sıfatın nedeni, işte bu törene ve ışığın kutsanmasına dayalıdır. Siz, Arap’ın geleneğini-ahlakını taklit etmek için birbirinizi kırarken, Aleviler, bu geleneği yaşar ve ısrarla yaşatır.
MUM NEDEN SÖNDÜRÜLÜR?
Köy ya da kasabanın saygın insanları cem erkânının yürütülmesine dair karar vermişlerse, karar anında emniyet tedbirleri de konuşulur. Çünkü devleti elinde tutan devşirme ve köksüz Osmanlı’nın şer-i yasalarına göre Alevilik yasaktır. “İnancı fasik, yaşamı haramdır.” Bu yasağa dair binlerce ferman, hüküm, kadı fetvası vardır. Tedbir almamanız halinde, Osmanlı emniyet güçleri cem erkânını basar, “cem ehli” denilen insanları kadın, çocuk demeden toplayıp götürür, eza-cefa eder, çeşitli cezalara çarptırır veya katleder.
Bu yüzden Pir Sultan Abdal, Ebu Suud’un fetvalarına kızmış, esip-gürlemiş, hakaret etmiştir:
“Fetva verir yalan yulan
domuz gibi dağı dolan
sırtına vururum palan
senin gibi hayvan var mı?”
Asker baskınından, haberdar olmak ve cem olan canlara haber vermek üzere araziye nöbetçiler konulur. Baskına gelenleri fark eden nöbetçi derhal harekete geçer ve arkadaşını köye gönderir. Haberi alan dede, cem erkânını olduğu yerde keser, canları sağ-salim hanelerine gönderir, bir duayla çerağı söndürür.
Çerağa “mum” diyen asker, ihbar edilen eve gelir, kontrol eder, karakola döner, gördüklerini amirine rapor eder. Özetle, “mumu söndürüp, dağılmışlar” der… Bu baskınlar, laikliğin kabulüyle sona erer ama bu kez de işte bu “mum söndü” iftiraları başlar. Ve Muaviye, Yezit, Mervan’ın yolunu benimseyenler, iftira etmeye, bölücülüğe, nefret saçmaya devam eder…
Yazı ağır mı olmuş? Ya muhatap edildiğimiz iftira; daha mı hafif?
http://www.odatv.com/n.php?n=aleviler-neden-mumu-sondurur-1404131200
Murtaza Demir
Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.