TIBBİYELİ HİKMET
TIBBİYE ÖĞRENCİLERİNİN SİVAS KONGRESİ’NE DELEGE SEÇMESİ VE TIBBIYELİ HİKMET(orhan boranın babası)
SIVAS KONGRESİNE TIBBIYELİLERİ TEMSİLEN KATILAN TIBBIYELİ HİKMET(HİKMET
BORAN) MUSTAFA KEMAL
E DÖNEREK ŞUNLARI SÖYLER: “Paşam,
murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak
yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul
edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih
ederiz. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder,
Mustafa Kemal’i “vatan kurtarıcısı” değil, “vatan batırıcısı” olarak adlandırır
ve tel’in ederiz,” diye bağırır
Tıbbiye öğrencileri vatanın işgal edilmesi karşısında boş
zamanlarında bildiriler hazırlayıp İstanbul sokaklarına gizlice
yapıştırıyorlardı. Tıbbiye’de yapılan bir toplantıda öğrenci Emin Ali (Şavlı)
Bey “Arkadaşlar, imza toplamak, bildiri dağıtmak gibi şeyler boştur. Yapılacak
iş, bugünlerde Anadolu’ya geçen kumandanın arkasından gitmek veorada hizmet
etmektir,” diyerek harekete geçilmesini önermişti.
Bu sırada Tıbbiye’de çalışan ve “Parmaksız” diye anılan Dr.
Talat Bey öğrencilerin Sivas Kongresi için delege seçmelerini teşvik etti ve
Tıbbiyeli Yusuf ’la konuşarak toplantı yapılmasını sağladı. Öğrenciler Mustafa
Kemal Paşa’nın Sivas’ta yapacağı kongreye katılmak için alacakaranlıkta okulun
hamamındaki göbek taşında toplandılar. Son sınıf öğrencileri bir an önce mezun
olabilmek için imtihanlarla meşgul olduğundan (1335 mezunları) toplantıya bu
sınıftan sadece Nazım Hülagü ve Baydur, üçüncü sınıftan Hikmet Mehmet (Boran),
Yusuf İsmail (Balkan), Sudi Cavit (Ural), Yusuf Naci (Ceylan), Şefik Tevfik
(Ural) ve Faik; dördüncü sınıftan Reşat Mahmut Ayan, Şükrü Sevki, Fahri
Ünseren, Kamil Kaptanoğlu, Sezai Konukgil, Emin, Ekrem Şerif Eğeli (sonradan
Tıp Fakültesi 2. Dahiliye Kliniği Profesörü ve Dekanı olmuştur), Nüzhet Şakir
Dirisu (1941’de Gülhane’de Türkiye’nin ilk yataklı Fizik Tedavi kliniğini
kurmuştur, 1899-1948), Şefik Tevfik (Erdemir), Nermi (Karadeniz), Ahmet Hamit
(Selgil), Kamil Hurşit (Kaptanoğlu) ve Hüsnü Ahmet (Gürol) olmak üzere toplam
25 kişi katıldı.
Toplantıda Sivas Kongresi’ne iki kişinin gönderilmesi
kararlaştırıldı. Bunlar üçüncü sınıftan Hikmet’le Yusuf Bey’di. Arkadaşları
onlara oradaki duruma göre hareket etmelerini ve memleketin istiklali için
çalışmalarını söyledi. Sonra Sivas’a kadar gitmeleri için gerekli olan parayı
sağlamak amacıyla öğrenciler ceplerindeki 25, 35 ve 50 kuruşları çıkarıp verdi.
Toplam 950 kuruş toplandı (Dr. Kemal Özbay 15 lira olduğunu belirtir). Bunun
üzerine Yusuf, bu parayla Hikmet’in gönderilmesini teklif etti ve arkadaşları
da bu öneriyi kabul etti. Tıbbiyeli Hikmet’in gidebilmesi için bir belgeye
ihtiyacı vardı. Askeri idareden bu belgeyi alma imkânı olmadığı gibi, fakülte
kâtibine yapılan müracaattan da bir sonuç alınamamıştı. Sonunda dördüncü sınıf
sivil talebesi olan Talebe Cemiyeti Reisi Kemal Bey Yusuf ’tan durumu öğrenince
hemen kalemini çıkarıp Hikmet’in Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti adına
gönderildiğine ait bir vesika yazıp mühürledi ve Hikmet ancak bu vesikayla
Sivas Kongresi’ne gidebildi.
Tıbbiyeli Hikmet, trenle Haydarpaşa’dan Ankara’ya gitmek
üzere yolcu edildi ve Ankara’da İsmail Fazıl Paşa’yla (Ali Fuat Cebesoy
Paşa’nın babası) Sivas’a hareket ederek, kongreye katılmış ve on beş gün sonra
geri gelmişti.
Tıbbiyeliler, Sivas Kongresi öncesi “İzmir Faciaları” adlı
bir kitap hazırlamışlardı. 1000 tane basılacak olan kitap için bin lira
gerekiyordu. Bu parayı Ali Sait Akbaytugan (1864-1950) Paşa’nın kardeşi Hayriye
Melek (Hunc) Hanım verdi. Hayriye Melek Hanım İstanbul’da yapılan mitinglerde
heyecanlı konuşmalar yapan milliyetçi ve aydın bir kadındı. Ağabeyi Ali Sait
Paşa da İstanbul’un işgal olduğu gün (16 Mart 1929) tutuklanarak Malta’ya
sürülmüştür. Nermi (Karadeniz) Bey ve Hikmet (Boran) Bey’in düzeltme ve baskı
işlerini bitirmesiyle, Hikmet Bey’in kongreye gitmesinden önce kitabın baskısı
tamamlandı.1607 Kitabı Tıbbiyeli Hikmet, Sivas Kongresi’nde delegelere dağıttı.
Öğrencilerden Zileli
Abdullah Mazhar (Ataay), Düzceli Rusuhi, Nureddin Osman, lah Mazhar Ataay
Amasya Askeri Hastanesi’nde Sıhhiye onbaşısı olarak çalışmıştır. Sivas
Kongresi’nden döndükten sonra, Hikmet’le Yusuf, 1920’de Çamlıca-İzmit-Adapazarı
yoluyla milli mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya gitti. Bir yıl kaldıktan
sonra mektebi bitirmek üzere İstanbul’a döndüler. 1338 yılında mezun olan diğer
askeri tıp öğrencileri teğmen olarak mezun olduğu halde, Yusuf ve Hikmet
üsteğmen olarak mezun oldu.
SİVAS KONGRESİ VE TIBBİYELİ HİKMET’İN MANDAYI REDDETMESİ
Mustafa Kemal ve arkadaşları 2 Eylül’de Sivas’a varır.
Şehir dışında Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Kumandanı Albay Selahattin Bey, Müftü
Abdürrauf Efendi, Müdafaa-i Hukukçular ve halk büyük bir karşılama töreni
yaparlar. Tehditler savuran Fransız Binbaşı Bruno Malatya’ya kaçmıştır. Sivas
Müftüsü Abdürrauf Efendi Sivas Kongresi esnasında Erzurum’dan gelecek
misafirleri karşılamak için ev ev, dükkân dükkân dolaşır ve arkadaşları ile
birlikte Atatürk’ün kalacağı odayı evlerinden getirdikleri eşyalarla tefriş
ederler.
Sivas’ta 4 Eylül 1919’da başlayan ve 11 Eylül’de sona eren
kongrede 120 kişi olması gerekirken ancak 31 delege vardı. Mustafa Kemal Paşa
ve arkadaşlarının bu yüzden çok canı sıkılmış ve “bu olmadı” diyerek Büyük
Anadolu Kongresi adı altında başka bir kongre hazırlığına bile girişmişlerdi.
Oysa Sivas Kongresine gelenlerin birçoğu da buraya Amerikan mandasını kabul
ettirmek için gelmişlerdi. Erzurum Kongresinde özellikle Trabzon delegelerinin
yaptığı İttihatçılık suçlamaları nedeniyle Mustafa Kemal Paşa tedbir almış ve
ilk icraat olarak kongre delegelerine ne ittihatçılık ne de fırkacılık yapılmayacağına
dair yemin ettirmişti. Böylece hem iç ve hem dışarıya bu hareketin İttihatçı
bir hareket olmadığı duyuruluyordu.
Kongrenin ilk günü Mustafa Kemal 31 oyla reis seçilir.
Sivas’ta alınan kararla Anadolu ve Rumeli’deki Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri
birleştirilerek “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını aldı ve ordu
birliklerinin gizlice Kuvayi Milliye birliklerine dönüştürülmesi kararı
alındı. Bu nedenle Umum Kuvayi Milliye Komutanlığı’na Ali Fuat Paşa atandı.
Ayrıca İstanbul ile haberleşmenin artık kesilmesi gerektiği bütün vali ve
komutanlara 12 Eylül 1919 tarihli beyanname ile duyuruldu.
Sivas Kongresi’ne katılan delegeler içinde Askeri Tıp
Okulu’nun öğrencisi Hikmet Bey de vardı. Okuldaki ismi Kara Hikmet idi.
Tıbbiyeli Hikmet asker-sivil bütün tıp öğrencileri adına İsmail Fazıl Paşa
(Cebesoy) ve İsmail Hami Bey’le (Danişment) birlikte İstanbul’un üçüncü
delegesi olarak Sivas Kongresi’ne gitmişti. Sivas Kongresi’nde 7 Eylül 1919’da
yapılan ikinci celsede verilen önergede Tıbbiyeli Hikmet’in de imzası vardı.
Sivas Kongresi toplanmış; ancak 8 Eylül günü İsmail Fazıl
Paşa (Ali Fuat Paşa’nın babası), Bekir Sami Bey ve İsmail Hami Danişment’in
sundukları ve 25 delegenin imzası olan önergede Amerikan mandası isteniyordu.
Mandacılık demek bağımsızlığı kabul etmeden bir devletin himayesi altına
girmek demekti. Mustafa Kemal, yaptığı konuşmada Amerikalı gazeteci Brown ile
konuştuğunu ve Amerika’nın manda istemediğini anlatıyordu. Daha sonra manda
tartışmaları devam etti. Bekir Sami, İsmail Fazıl Paşa ve İsmail Hami
Danişment yaptıkları konuşmada Amerikan mandasını savundular. Erzurum delegesi
Hoca Raif Efendi “Hedef ve gayemiz tam bağımsızlıktır” dedi. Refet Paşa ise
yine mandayı savundu. Bursa delegesi
Ahmet Nuri Bey “Ya ölürüz ya tam istiklal sahibi oluruz” diye bağırmıştı.
Vakit geçtiği için Mustafa Kemal oturumu ertesi gün açmak üzere kapattı. O
gece manda tartışmaları yapılmaya devam etti. Sivas’ta Temsil Kurulu’nun
kaldığı lise binasında, 9 Eylül 1919 gecesi manda konusu tartışılırken odada
bulunan Tıbbiyeli Hikmet Mustafa Kemal’e mandayı reddettiğini heyecanlı bir
şekilde söylemişti.
Mazhar Müfit Kansu anılarında bu anı şöyle anlatır:
“…Hikmet isminde Askeri Tıbbiye talebesi ve Sivas
Kongresi’nde Askeri Tıp talebesi delegesi olan bir genç, İstanbul efendi ve
paşalarına vatanseverlikte, memleketçilikte, milliyetçilikte rehber ve örnek
olacak ölçüde doğru düşünce, milli inan ve imanın sahibi bulunuyordu.
Bu genç de Paşa’nın odasındaydı. Sanki birdenbire ateş ve
heyecan kesilmiş olarak, yüksek sesle “Paşam,
murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak
yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul
edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih
ederiz. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder,
Mustafa Kemal’i “vatan kurtarıcısı” değil, “vatan batırıcısı” olarak adlandırır
ve tel’in ederiz,” diye bağırdı.
Bu gencin yürekten
kopup gelen bu sözleri karşısında hazırunun birçoğunun gözleri yaşarmıştı.
Mustafa Kemal Paşa da müteheyyiç olmuştu. Heyecanlı bir sesle “Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli
bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin,” dedi. Sonra da Hikmet Bey’e
dönerek “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe
güveniyorum. Biz, ekaliyetle kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız
tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm!”
Tıbbiyeli genç, hemen yerinden fırladı: “Var ol Paşam…”
diyerek Mustafa Kemal’in elini öptü.
Kongrede Türk münevver gençliğinin olduğu kadar daima ileri
ve inkılâpçı fikirlere alemdarlık etmiş, Tıbbiye’nin de mümessili olan ve
askeri üniformasıyla kongreye iştirak eden bu biricik gencin de Mustafa Kemal
alnından öptü.
“Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç
nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır,” dedi. Ve mecliste hazır
bulunan bütün murahhaslar da aynı hararetle paşayı teyid ettiler.”
Mustafa Kemal Paşa yıllardan sonra Ankara’da “Acaba bizim
Sivas Kongresi’ndeki biricik ateşli genç Tıbbiyelimiz nerede?” diye sormuştu.
Hikmet’i mebus yapmak istiyordu. Bulunamadı ve ölmüş dendi. Oysa ki geçen sene
hayatta olduğunu, albay rütbesini ibraz etmiş bulunarak bir askeri hastanenin
başhekimliğinde bulunduğunu memnuniyetle öğrendim.”
Sivas’tan dönen Hikmet (Boran) yakın arkadaşı Yusuf
Balkan’la birlikte tekrar Anadolu’ya geçip Ankara’ya gitmiş ve milli mücadele
için hizmet vermiştir. Bir yıl sonra İstanbul’a dönmüş ve tahsilini
tamamlamıştır.
Yıllar sonra Atatürk eski günleri anarken tıp öğrencisi
Hikmet Bey’in hemen bulunup mebus yapılmasını emreder. Fakat Hikmet Bey
bulunamaz ve öldüğü söylenir. Çok üzülen Atatürk, sofrayı dağıtır. Oysa Hikmet
Bey sağdır ve Anadolu’nun bir köşesinde doktorluk yapmaktadır. Hiçbir zaman
kendini Atatürk’e hatırlatmak istemez. Atatürk’ün ölümünden birkaç ay sonra
Mazhar Müfit Kansu sokakta Hikmet Bey’e rastlar. Boynuna sarılır ve yapılan
yanlışlığı anlatır.
Aradan yıllar geçer, Dr. Hikmet Boran bir gün Balıkesir’den
mebus yapılmak istenir, ancak “Balıkesir’in yabancısıdır, Giresunludur,” diye
aleyhinde propaganda yapılır. Oysa
Hikmet Boran Balıkesir-Savaştepe’lidir. Savaştepe’nin eski adıysa Giresun’dur.
Dr.Hikmet Boran’ın oğlu ünlü sanatçı ve spiker Orhan Boran’dır. Dr.Yusuf
Balkan, Dr.Hikmet Boran’ın kız kardeşiyle evlidir. 1970’te yazar Mahmut Goloğlu
hastanede Dr.Yusuf Balkan’ı ziyaret ederek bu durumu öğrenir.
Dr. Hikmet Boran hakkında detaylı bilgileri okul arkadaşı
Dr. Ahmet Selgil, yazar Mahmut Goloğlu’na 29 Ocak 1970’de şöyle anlatmıştır:
“Hikmet çok sessiz, fevkalade hassas, sinirlendiği zaman
yıkıcı, kırıcı fakat arkadaşları tarafından çok sevilen bir gençti. 1943
yıllarında Halk Partisi tarafından Balıkesir’den milletvekili adayı
gösterilmek istendi. Karadeniz Giresunlusudur diye propaganda yapıldığından
kaybetti. Zannederim 1944 veya 1945 yıllarında tüberkülozdan vefat etti.
Rahmetli Mazhar Müfit bir gün mecliste anlatmıştı. Atatürk
sofrada konuşurken Hikmet’i hatırlamış. Mebus adayı gösterilmesini söylemiş,
Mazhar Bey de “Paşam Allah sizlere ömür versin, Hikmet öldü” demiş. Atatürk
çok üzülmüş, o akşam sofrayı dağıtmış. 1938’de Atatürk vefat ettikten sonra
Mazhar Bey köprüden geçerken Hikmet’e rastlamış ve şaşırmış.
“Boynuna sarıldım, yaptığım yanlışlığı anlattım,” derdi.
Hikmet çok mütevazi, iddiasız, fakat kıymetli bir insan,
eşsiz bir hekimdi. Hiçbir gün kendini Atatürk’e hatırlatmamış, hatta rahatsız
ederim düşüncesiyle, Atatürk Hikmet’in çalıştığı şehirlere geldiği zaman
karşısına çıkmaktan sakınmış. Hakkında biraz daha geniş malumat almak
isterseniz Ankara’daki Numune Hastanesi altındaki Rehabilitasyon Hastanesi’nde,
bir ameliyat dolayısı ile maalesef bacaklarında hasıl olan rahatsızlık yüzünden
yatan Dr. Yusuf Balkan’la konuşunuz.”
Tıbbiyeli Hikmet, 1901 yılında Balıkesir’in Savaştepe
bucağında doğmuştur. Posta- Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in oğludur. Dr.
Hikmet Boran 1922 yılında Askeri Tıbbiyeden mezun oldu (Sicil No: 1337-53).
Hariciye ihtisası yaptıktan sonra operatör oldu ve çeşitli hastanelerde
çalıştı. 1945 yılında vefat etmiştir.
http://www.astibder.org/tibbiyeli-hikmet/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.