14 Mart 2019 Perşembe

TIBBİYELİ HİKMET


TIBBİYELİ HİKMET
TIBBİYE ÖĞRENCİLERİNİN SİVAS KONGRESİ’NE DELEGE SEÇMESİ  VE TIBBIYELİ HİKMET(orhan boranın babası)
SIVAS KONGRESİNE TIBBIYELİLERİ TEMSİLEN KATILAN  TIBBIYELİ HİKMET(HİKMET 

BORAN) MUSTAFA KEMAL E DÖNEREK ŞUNLARI SÖYLER: “Paşam, murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz. Farzı muhal, man­da fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i “vatan kurtarıcısı” değil, “vatan batırıcısı” olarak adlandırır ve tel’in ederiz,” diye bağırır
Tıbbiye öğrencileri vatanın işgal edilmesi karşısında boş zamanlarında bildiriler ha­zırlayıp İstanbul sokaklarına gizlice yapıştırıyorlardı. Tıbbiye’de yapılan bir toplantıda öğrenci Emin Ali (Şavlı) Bey “Arkadaşlar, imza toplamak, bildiri dağıtmak gibi şeyler boştur. Yapılacak iş, bugünlerde Anadolu’ya geçen kumandanın arkasından gitmek veorada hizmet etmektir,” diyerek harekete geçilmesini önermişti.
Bu sırada Tıbbiye’de çalışan ve “Parmaksız” diye anılan Dr. Talat Bey öğrencilerin Sivas Kongresi için delege seçmelerini teşvik etti ve Tıbbiyeli Yusuf ’la konuşarak top­lantı yapılmasını sağladı. Öğrenciler Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’ta yapacağı kongreye katılmak için alacakaranlıkta okulun hamamındaki göbek taşında toplandılar. Son sınıf öğrencileri bir an önce mezun olabilmek için imtihanlarla meşgul olduğundan (1335 mezunları) toplantıya bu sınıftan sadece Nazım Hülagü ve Baydur, üçüncü sınıftan Hik­met Mehmet (Boran), Yusuf İsmail (Balkan), Sudi Cavit (Ural), Yusuf Naci (Ceylan), Şefik Tevfik (Ural) ve Faik; dördüncü sınıftan Reşat Mahmut Ayan, Şükrü Sevki, Fahri Ünseren, Kamil Kaptanoğlu, Sezai Konukgil, Emin, Ekrem Şerif Eğeli (sonradan Tıp Fa­kültesi 2. Dahiliye Kliniği Profesörü ve Dekanı olmuştur), Nüzhet Şakir Dirisu (1941’de Gülhane’de Türkiye’nin ilk yataklı Fizik Tedavi kliniğini kurmuştur, 1899-1948), Şefik Tevfik (Erdemir), Nermi (Karadeniz), Ahmet Hamit (Selgil), Kamil Hurşit (Kaptanoğlu) ve Hüsnü Ahmet (Gürol) olmak üzere toplam 25 kişi katıldı.

Toplantıda Sivas Kongresi’ne iki kişinin gönderilmesi kararlaştırıldı. Bunlar üçüncü sınıftan Hikmet’le Yusuf Bey’di. Arkadaşları onlara oradaki duruma göre hareket etme­lerini ve memleketin istiklali için çalışmalarını söyledi. Sonra Sivas’a kadar gitmeleri için gerekli olan parayı sağlamak amacıyla öğrenciler ceplerindeki 25, 35 ve 50 kuruşları çıkarıp verdi. Toplam 950 kuruş toplandı (Dr. Kemal Özbay 15 lira olduğunu belirtir). Bunun üzerine Yusuf, bu parayla Hikmet’in gönderilmesini teklif etti ve arkadaşları da bu öneriyi kabul etti. Tıbbiyeli Hikmet’in gidebilmesi için bir belgeye ihtiyacı vardı. As­keri idareden bu belgeyi alma imkânı olmadığı gibi, fakülte kâtibine yapılan müracaattan da bir sonuç alınamamıştı. Sonunda dördüncü sınıf sivil talebesi olan Talebe Cemiyeti Reisi Kemal Bey Yusuf ’tan durumu öğrenince hemen kalemini çıkarıp Hikmet’in Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti adına gönderildiğine ait bir vesika yazıp mühürledi ve Hikmet ancak bu vesikayla Sivas Kongresi’ne gidebildi.
Tıbbiyeli Hikmet, trenle Haydarpaşa’dan Ankara’ya gitmek üzere yolcu edildi ve Ankara’da İsmail Fazıl Paşa’yla (Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın babası) Sivas’a hareket ederek, kongreye katılmış ve on beş gün sonra geri gelmişti.

Tıbbiyeliler, Sivas Kongresi öncesi “İzmir Faciaları” adlı bir kitap hazırlamışlardı. 1000 tane basılacak olan kitap için bin lira gerekiyordu. Bu parayı Ali Sait Akbaytugan (1864-1950) Paşa’nın kardeşi Hayriye Melek (Hunc) Hanım verdi. Hayriye Melek Ha­nım İstanbul’da yapılan mitinglerde heyecanlı konuşmalar yapan milliyetçi ve aydın bir kadındı. Ağabeyi Ali Sait Paşa da İstanbul’un işgal olduğu gün (16 Mart 1929) tutukla­narak Malta’ya sürülmüştür. Nermi (Karadeniz) Bey ve Hikmet (Boran) Bey’in düzeltme ve baskı işlerini bitirmesiyle, Hikmet Bey’in kongreye gitmesinden önce kitabın baskısı tamamlandı.1607 Kitabı Tıbbiyeli Hikmet, Sivas Kongresi’nde delegelere dağıttı.
Öğrencilerden Zileli Abdullah Mazhar (Ataay), Düzceli Rusuhi, Nureddin Osman, lah Mazhar Ataay Amasya Askeri Hastanesi’nde Sıhhiye onbaşısı olarak çalışmıştır. Sivas Kongresi’nden döndükten sonra, Hikmet’le Yusuf, 1920’de Çamlıca-İzmit-Adapazarı yoluyla milli mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya gitti. Bir yıl kaldıktan sonra mektebi bitirmek üzere İstanbul’a döndüler. 1338 yılında mezun olan diğer askeri tıp öğrencileri teğmen olarak mezun olduğu halde, Yusuf ve Hikmet üsteğmen olarak mezun oldu.

SİVAS KONGRESİ VE TIBBİYELİ HİKMET’İN MANDAYI REDDETMESİ
 Mustafa Kemal ve arkadaşları 2 Eylül’de Sivas’a varır. Şehir dışında Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Kumandanı Albay Selahattin Bey, Müftü Abdürrauf Efendi, Müdafaa-i Hu­kukçular ve halk büyük bir karşılama töreni yaparlar. Tehditler savuran Fransız Binbaşı Bruno Malatya’ya kaçmıştır. Sivas Müftüsü Abdürrauf Efendi Sivas Kongresi esnasında Erzurum’dan gelecek misafirleri karşılamak için ev ev, dükkân dükkân dolaşır ve arka­daşları ile birlikte Atatürk’ün kalacağı odayı evlerinden getirdikleri eşyalarla tefriş ederler.
Sivas’ta 4 Eylül 1919’da başlayan ve 11 Eylül’de sona eren kongrede 120 kişi olma­sı gerekirken ancak 31 delege vardı. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının bu yüzden çok canı sıkılmış ve “bu olmadı” diyerek Büyük Anadolu Kongresi adı altında başka bir kongre hazırlığına bile girişmişlerdi. Oysa Sivas Kongresine gelenlerin birçoğu da bura­ya Amerikan mandasını kabul ettirmek için gelmişlerdi. Erzurum Kongresinde özellikle Trabzon delegelerinin yaptığı İttihatçılık suçlamaları nedeniyle Mustafa Kemal Paşa ted­bir almış ve ilk icraat olarak kongre delegelerine ne ittihatçılık ne de fırkacılık yapılma­yacağına dair yemin ettirmişti. Böylece hem iç ve hem dışarıya bu hareketin İttihatçı bir hareket olmadığı duyuruluyordu.
Kongrenin ilk günü Mustafa Kemal 31 oyla reis seçilir. Sivas’ta alınan kararla Ana­dolu ve Rumeli’deki Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri birleştirilerek “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını aldı ve ordu birliklerinin gizlice Kuvayi Milliye birlik­lerine dönüştürülmesi kararı alındı. Bu nedenle Umum Kuvayi Milliye Komutanlığı’na Ali Fuat Paşa atandı. Ayrıca İstanbul ile haberleşmenin artık kesilmesi gerektiği bütün vali ve komutanlara 12 Eylül 1919 tarihli beyanname ile duyuruldu.

Sivas Kongresi’ne katılan delegeler içinde Askeri Tıp Okulu’nun öğrencisi Hikmet Bey de vardı. Okuldaki ismi Kara Hikmet idi. Tıbbiyeli Hikmet asker-sivil bütün tıp öğrencileri adına İsmail Fazıl Paşa (Cebesoy) ve İsmail Hami Bey’le (Danişment) birlikte İstanbul’un üçüncü delegesi olarak Sivas Kongresi’ne gitmişti. Sivas Kongresi’nde 7 Eylül 1919’da yapılan ikinci celsede verilen önergede Tıbbiyeli Hikmet’in de imzası vardı.
Sivas Kongresi toplanmış; ancak 8 Eylül günü İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Paşa’nın babası), Bekir Sami Bey ve İsmail Hami Danişment’in sundukları ve 25 delegenin imzası olan önergede Amerikan mandası isteniyordu. Mandacılık demek bağımsızlığı kabul et­meden bir devletin himayesi altına girmek demekti. Mustafa Kemal, yaptığı konuşmada Amerikalı gazeteci Brown ile konuştuğunu ve Amerika’nın manda istemediğini anlatı­yordu. Daha sonra manda tartışmaları devam etti. Bekir Sami, İsmail Fazıl Paşa ve İs­mail Hami Danişment yaptıkları konuşmada Amerikan mandasını savundular. Erzurum delegesi Hoca Raif Efendi “Hedef ve gayemiz tam bağımsızlıktır” dedi. Refet Paşa ise yine mandayı savundu. Bursa delegesi Ahmet Nuri Bey “Ya ölürüz ya tam istiklal sahibi oluruz” diye bağırmıştı. Vakit geçtiği için Mustafa Kemal oturumu ertesi gün açmak üze­re kapattı. O gece manda tartışmaları yapılmaya devam etti. Sivas’ta Temsil Kurulu’nun kaldığı lise binasında, 9 Eylül 1919 gecesi manda konusu tartışılırken odada bulunan Tıbbiyeli Hikmet Mustafa Kemal’e mandayı reddettiğini heyecanlı bir şekilde söylemişti.

Mazhar Müfit Kansu anılarında bu anı şöyle anlatır:
“…Hikmet isminde Askeri Tıbbiye talebesi ve Sivas Kongresi’nde Askeri Tıp talebesi dele­gesi olan bir genç, İstanbul efendi ve paşalarına vatanseverlikte, memleketçilikte, milliyetçi­likte rehber ve örnek olacak ölçüde doğru düşünce, milli inan ve imanın sahibi bulunuyordu.
Bu genç de Paşa’nın odasındaydı. Sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak, yüksek sesle “Paşam, murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz. Farzı muhal, man­da fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i “vatan kurtarıcısı” değil, “vatan batırıcısı” olarak adlandırır ve tel’in ederiz,” diye bağırdı.
 Bu gencin yürekten kopup gelen bu sözleri karşısında hazırunun birçoğunun gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da müteheyyiç olmuştu. Heyecanlı bir sesle “Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin,” dedi. Sonra da Hikmet Bey’e dönerek “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekaliyetle kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm!”
Tıbbiyeli genç, hemen yerinden fırladı: “Var ol Paşam…” diyerek Mustafa Kemal’in elini öptü.
Kongrede Türk münevver gençliğinin olduğu kadar daima ileri ve inkılâpçı fikirlere alemdarlık etmiş, Tıbbiye’nin de mümessili olan ve askeri üniformasıyla kongreye iştirak eden bu biricik gencin de Mustafa Kemal alnından öptü.
“Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağ­lanmıştır,” dedi. Ve mecliste hazır bulunan bütün murahhaslar da aynı hararetle paşayı teyid ettiler.”
Mustafa Kemal Paşa yıllardan sonra Ankara’da “Acaba bizim Sivas Kongresi’ndeki biri­cik ateşli genç Tıbbiyelimiz nerede?” diye sormuştu. Hikmet’i mebus yapmak istiyordu. Bulu­namadı ve ölmüş dendi. Oysa ki geçen sene hayatta olduğunu, albay rütbesini ibraz etmiş bu­lunarak bir askeri hastanenin başhekimliğinde bulunduğunu memnuniyetle öğrendim.”

Sivas’tan dönen Hikmet (Boran) yakın arkadaşı Yusuf Balkan’la birlikte tekrar Anadolu’ya geçip Ankara’ya gitmiş ve milli mücadele için hizmet vermiştir. Bir yıl sonra İstanbul’a dönmüş ve tahsilini tamamlamıştır.
Yıllar sonra Atatürk eski günleri anarken tıp öğrencisi Hikmet Bey’in hemen bulu­nup mebus yapılmasını emreder. Fakat Hikmet Bey bulunamaz ve öldüğü söylenir. Çok üzülen Atatürk, sofrayı dağıtır. Oysa Hikmet Bey sağdır ve Anadolu’nun bir köşesinde doktorluk yapmaktadır. Hiçbir zaman kendini Atatürk’e hatırlatmak istemez. Atatürk’ün ölümünden birkaç ay sonra Mazhar Müfit Kansu sokakta Hikmet Bey’e rastlar. Boynuna sarılır ve yapılan yanlışlığı anlatır.
Aradan yıllar geçer, Dr. Hikmet Boran bir gün Balıkesir’den mebus yapılmak iste­nir, ancak “Balıkesir’in yabancısıdır, Giresunludur,” diye aleyhinde propaganda yapılır. Oysa Hikmet Boran Balıkesir-Savaştepe’lidir. Savaştepe’nin eski adıysa Giresun’dur. Dr.Hikmet Boran’ın oğlu ünlü sanatçı ve spiker Orhan Boran’dır. Dr.Yusuf Balkan, Dr.Hikmet Boran’ın kız kardeşiyle evlidir. 1970’te yazar Mahmut Goloğlu hastanede Dr.Yusuf Balkan’ı ziyaret ederek bu durumu öğrenir.

Dr. Hikmet Boran hakkında detaylı bilgileri okul arkadaşı Dr. Ahmet Selgil, yazar Mahmut Goloğlu’na 29 Ocak 1970’de şöyle anlatmıştır:
“Hikmet çok sessiz, fevkalade hassas, sinirlendiği zaman yıkıcı, kırıcı fakat arkadaşları tarafından çok sevilen bir gençti. 1943 yıllarında Halk Partisi tarafından Balıkesir’den mil­letvekili adayı gösterilmek istendi. Karadeniz Giresunlusudur diye propaganda yapıldığından kaybetti. Zannederim 1944 veya 1945 yıllarında tüberkülozdan vefat etti.
Rahmetli Mazhar Müfit bir gün mecliste anlatmıştı. Atatürk sofrada konuşurken Hikmet’i hatırlamış. Mebus adayı gösterilmesini söylemiş, Mazhar Bey de “Paşam Allah sizle­re ömür versin, Hikmet öldü” demiş. Atatürk çok üzülmüş, o akşam sofrayı dağıtmış. 1938’de Atatürk vefat ettikten sonra Mazhar Bey köprüden geçerken Hikmet’e rastlamış ve şaşırmış.
“Boynuna sarıldım, yaptığım yanlışlığı anlattım,” derdi.
Hikmet çok mütevazi, iddiasız, fakat kıymetli bir insan, eşsiz bir hekimdi. Hiçbir gün kendini Atatürk’e hatırlatmamış, hatta rahatsız ederim düşüncesiyle, Atatürk Hikmet’in çalıştığı şehirlere geldiği zaman karşısına çıkmaktan sakınmış. Hakkında biraz daha ge­niş malumat almak isterseniz Ankara’daki Numune Hastanesi altındaki Rehabilitasyon Hastanesi’nde, bir ameliyat dolayısı ile maalesef bacaklarında hasıl olan rahatsızlık yüzün­den yatan Dr. Yusuf Balkan’la konuşunuz.”
Tıbbiyeli Hikmet, 1901 yılında Balıkesir’in Savaştepe bucağında doğmuştur. Posta- Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in oğludur. Dr. Hikmet Boran 1922 yılında Askeri Tıbbiyeden mezun oldu (Sicil No: 1337-53). Hariciye ihtisası yaptıktan sonra operatör oldu ve çeşitli hastanelerde çalıştı. 1945 yılında vefat etmiştir.
http://www.astibder.org/tibbiyeli-hikmet/  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.