29 Kasım 2015 Pazar

TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU İLE BAŞLAYAN TÜRK DÜŞMANLIKLARI

TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU İLE BAŞLAYAN  TÜRK DÜŞMANLIKLARI

Türkü öldürünüz, kanı helaldir”
“Türkü öldür, baban olsa da”
Arap'ların Türk'lerle ilk karşılaşmaları, Halife Hz.Ömer zamanında olduğu rivayet edilir.
645 Yılında İslam ordularının, İran'da SASANİ'leri yenmelerinden sonra Kafkaslar bölgesinde Araplar; Horasan, Mavera-ün nehir ve Toharistan bölgelerinde HAZAR Türk'leri ve TÜRGEŞ Türk'leri ile karşılaştılar.

652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise HAZAR Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez Türk-Arap savaşları başladı.
Halife Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türk'lerinin topraklarına girip Derbent'i alarak Başşehir olan BELENCER'e dayandılar.

Halife Hz. ALİ Döneminde sükûnet vardı. Savaş olmadı...

Emevi'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra,
Arap'ların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti.
Türk'ler ile Arap'lar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar EMEVİ'ler döneminde yaşandı.
Mervan Bin Muhammed Azerbaycan'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler. Arap'lar, Baş şehir BELENCER ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini de ele geçirdiler.
Türkleri en dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız EMEVİ ordusu (Ebu Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk' leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler.

Ancak KARAYLAR gibi LİTVANYA ya kaçabilenler,
GAGAUZ'lar (GÖKOĞUZLAR) gibi Rusya'ya kaçabilenler,
BULGAR Türk'leri, MACAR Türk'leri, ve öteki AVRUPA'lı Türk'ler gibi AVRUPA'ya kaçabilenler HIRISTİYANLAR,
veya ANADOLU'ya kaçabilenler ALEVİLER canlarını kurtardılar…

Asla müslümalığı kabulllenmediler,
genelde araplara kızgınlıklarından Karay türkleri gibi topluca musevi oldular ya da gittikleri toprakların dinini kabulllendiler.
yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular ...!!!
Ama hala Türk olduklarını biliyorlar. TURAN toplantıları yapıyorlar. turan hususunda, macar türk genci vona gabor öncüdür.
partisi jobbik hızla büyüyor ve şu an anamuhalefet dir.
GAGAUZ lar hâlâ TÜRKCE konuşuyorlar; TÜRK olarak ayağa kalmak arzu ve iradelerini diri ve canlı tutuyorlar...

Bu dönemde Orta Asya'da GÖKTÜRK'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla GÖKTÜRK devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi bağdat valisi haccac (zalim haccac) idi.
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden BUHARA'yı kuşattı.
Üç günde BUHARA'da pek çok GÖKTÜRK öldürüldü. Buhara'nın GÖKTÜRK Melikesi KABAÇ HATUN, ağır bir vergi ve daha ağır KABUL EDİLEMEZ şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı.
Bu anlaşma sonucu olarak güney göktürk'ler emevi esaretini kabul ettiler.
güney göktürk gençleri, kurşun arap askeri oldular... Arap'lar evli- bekâr istedikleri GÜNEY GÖKTÜRK kadınlarını kendilerine cariye yaptılar.
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına DAMGA vurup kendilerine KÖLE yaptılar ve istedikleri GÖKTÜRK'lüyü boyunlarına ip bağlayıp KÖLE olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar.
Ve bu esaret 150 yıla yakın devam etti.

Hani Türkler için,
“TÜRKLER KILIÇLA MÜSLÜMAN OLDU” derler ya…. !!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık..
esaret antlaşmasıyla kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, hep göktürk kadınları araplara cariyelik yaparak müslüman olduk.
Yani Araplar TÜRK leri …s*ke s*ke s*kes..Müslümanlaştırdılar...

Tarihte ilk defa bir Millet (GÜNEY GÖKTÜRK'ler), sözleşme ile ESARETİ KABUL ETTİ.

Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Maveraün nehir'i ve Batı Türkistan'ı ele geçirdiler.
BAYKENT, BUHARA, SEMERKANT, ve KAŞGAR gibi önemli Türk şehirleri Arap'lar tarafından yağmalandı ve pek çok Türk öldürüldü. Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Arap'lar zayıflamaya başladılar.

Göktürk'lerin batı kanadında yer alan TÜRGEŞ TÜRK'leri,
Arap'ları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele GÜNEY GÖKTÜRK'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
GÜNEY Göktürk hâkimiyetinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arap'ların ilerlemesine maruz kalmıştır. Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan KARLUK TÜRK'leri üstlenmiştir.
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir.
763 yılında EMEVİ'LER yıkılıyor ama GÜNEY GÖKTÜRK'LER öylesine KÖTÜRÜM edilmişler ki, Öylesine KÖLE yapılmışlar, ÜMMETLEŞTİRİLMİŞLER ki asla ayağa kalkamıyorlar.
Korkudan kıpırdayamıyorlar.
EMEVİ'LERİN yerine, 763 de ABBASİLER Kuruluyor ve ABBASİ DEVLET KARARI ALIP Türk'lere kademeli olarak “iyi davranmak” kararı alıyorlar.
devlet kararlarını göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar.
800 yılları civarında fırsat bulan GÖKTÜRK'ler daha batıya, ANADOLU'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar.

“türkü öldürünüz, kanı helaldir” sözü kime aittir.. ???

“türkü öldür. baban olsa da ” sözü kime aittir.. ???

yahudiler ile türkler tarihin hiç bir döneminde birbirlerine silah çekmemişlerdir,
marmara gemisi olayına kadar tek kurşun atmamışlardır.
hep dost yaşamışlardır.

Biz Türkler, Arap sempatimiz nedeniyle İsrail'i düşman bellemişiz.
Ben bir TÜRK olarak ARAP düşmanı olmayayım da kim olsun. Bence HER TÜRK arap düşmanı olmalıdır.
çünkü araplar türk'ün ezeli ve ebedi ırz ve namus düşmanıdır... !!!
onur ve haysiyet düşmanıdır... !!!

Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
Üç kelimelik ömrüm kalsa (Uktülühü -uktülühü -uktülühü).derim”. (Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün) ve gerçekten de hepsini öldürdüler..
Bu,
645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;

* 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
* 50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
* Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
* Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.

* Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bit vahşetin örneği çok azdır.)

* Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda" da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.

*“Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, “Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.

* Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.

*Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
*Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
(Serdar Gür)

ARAPLARIN TÜRKLERE İHANETLERİ
Arapları aldatarak Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıp isyana sevkeden İngiliz casusu Lavrence’in, yardımcıları Nuri Said, Faysal ve Şerif Hüseyin ile birlikte Şam’da Türkleri katlettikten sonra: “Evet onları isyana ben kışkırtmıştım. Ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım; tiksindim bu vahşetten” diyerek itirafta bulunmuştur…
(Kaynak: İlhan Bardakçı; İmparatorluğa Veda, Hülbe Yayınları, İstanbul/1985, s.572)
1916 yılının Şubat ayında tarihi Erzurum Kalesi düşmanın sürpriz bir saldırısıyla düştüğünde, bu durumun Osmanlı ordusundaki Arap subaylarının Çarlık Rusyası'nın komutanlarına verdiği bilgiler sayesinde gerçekleştiği anlaşıldı.
(Osman Özsoy, Saltanattan Cumhuriyete Kurtuluş Savaşı, s.19)
Emir Hüseyin'in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlar: "...Uyanınız! Elele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi."
(Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.330)
Her kim Türklerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türklerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türkleri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merve geldiler.
(Tarih-i Taberi / Cilt 3/ Syf-343)
Mekke Emiri Hüseyin, 11 Mart 1917'de Bağdat'ı ele geçiren General Mod'a, "Bağdat'ı Turanilerden(Türklerden) kurtardığı için Allah'a şükrettiğini, İngilizlerin başarılarına duacı olduğunu" bildirecektir.
ARAPLARIN GÖZÜYLE TÜRKLER
Dünkü yazımda Başbakan Erdoğan’ın Arap hayranlığına değinmiş, ‘Türkler Arapsız yaşayamaz’, ‘Biz Arapların gözüyüz, eliyiz’ gibi anlamsız sözlerine değinmiş,
 büyük Arap lideri

Cemal Abdülnasır’ın ‘Ey Tanrım, sen Türklerin belâsını ver’ sözlerini anımsatmıştım.
Ama sorun sadece Nasır değil ki! Eli kalem tutan Araplar yüzlerce yıldır Türkleri kötülüyor, hakaret ediyor, başlarına gelen her felâketten Türkleri sorumlu tutuyor!
Bu tavır, Arap kültürünün ayrılmaz bir parçası gibi.
Örnek mi istersiniz?

Prof. İlhan Arsel’in ‘Arap Milliyetçiliği ve Türkler’ adlı kitabına bir göz atalım.
982 tarihinde hazırlanan ve

AMİR ABU’L-HALİT MUHAMMED B. Ahmed’e sunulan bir kitapta Kırgız Türkleri hakkında şunlar söylenmiştir:
“Onların (Türklerin) hükümdarı Kırgız Han diye anılır. Bu millet vahşi yaratık tabiatındadır ve insanlarının haşin ve sert yüzleri vardır ve saçları seyrektir... Kanun nedir tanımazlar, merhamet nedir bilmezler, fakat iyi dövüşürler.. ve savaşçıdırlar çevrelerinde bulunan bütün ülkelerin halklarıyla husumet ve savaş halindedirler.. Ateşe taparlar.. ve ölülerini yakarar.”

TOLEDO KADISI SA’İD AL-ANDALUSİ de 1068’de yazdığı ‘Kitab Tabakat al-Uman’ adlı çalışmasında ulusları bilimle uğraşıp ve uğraşmadıklarına göre iki kümeye ayırır ve Türkleri ‘bilimle uğraşmayan’ kümesine koyduktan sonra, bu kümede yer alan ulusların insandan ziyade hayvana yakın olduğunu belirtir!

12’nci yüzyılın ünlü İslam coğrafyacılarından olan İDRİSİ de kitabında Türklerin cahil, haşin, kaba, vahşi, savaşçı ve cesur, ama disiplinli olduğunu yazmıştır.

Aynı dönemde yaşayan YAKUT adlı yazar Nisapur kentini alan Türkler hakkında hiç de olumlu şeyler yazmamıştır: “Kana susamış ve yağmacı Türkler şehrin çeşitli semtlerine saldırdılar, rastladıkları her insanı, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin kestiler..
bir tek duvarı ayakta bırakmadılar.”

İMAM GAZALİ de Türklerin zekâ bakımından yetersiz olduğunu, dalalet içinde olduğunu, cehenneme layık bulunduğunu söyler.

NASREDDİN TUSİ DE ‘Ahlâk-ı Celâli’ adlı kitabında Türklerin taş yürekli, güvenilmez, insan kadri bilmez, kadın düşkünü, hain, ciddiyetten uzak, fakat cesur ve cömert olduğunu yazmıştır. 


13’üncü yüzyılın tanınmış ARAP TARİHÇİSİ ALAEDDİN ATA MALİK CUVAYNİ de Türklerin kalbinde rikkat, şevkat gibi duygular bulunmadığını, Türklerin habis ruhlu, gaddar, kaba kuvvetin temsilcisi kişiler olduğunu ileri sürmüştür. Türklerin geçtiği yerlerin harabeye döndüğünü, ot bitmez olduğunu yazmıştır.

İlginçtir, Türkleri yermeyen, tam tersine öven bir kişi, bilim adamı olarak en büyük saygıyı gören İBNİ HALDUN olmuştur!


İBN HALDUN'A’a göre, Araplar 
medeniyet yoksunluğunun ve ilkelliğin temsilcisidir. Araplar, bütün milletler arasında sanata en az yatkın olan millettir.
 Buna karşın, Türkler’i hem savaş tekniğinde, hem sanat alanında, hem de bilimde övgüye değer bulur.





ATATÜRK İBNİ RÜŞTÜN    AYDINLIĞI İLE CUMHURİYETİ KURDU,1946 DA İMAM GAZALİNİN YOLUNA DÖNÜLDÜ
İMAM GAZALİ : Türklerin zekâ bakımından yetersiz olduğunu, dalalet içinde olduğunu, cehenneme layık bulunduğunu söyler.
Kaynak : Prof. İlhan Arsel’in ‘Arap Milliyetçiliği ve Türkler’ adlı kitabı
 içtihat (yorum, yeni kural koyma) kapısını kapatarak dinin akla ve bilime göre yorumlanmasının ve çağa uydurulmasının önünü keser. Ümmeti, soru soran, eleştiren, yeni yorum getiren, akla uymayan şeylere itiraz eden, dinde akla uymayan şeyleri değiştirmeye kalkışan ve yoruma tabi tutmaya çalışan bir kitle değil,
Sünni düşüncenin de akıl babalarından olan, bilimi ve felsefeyi kafirlik olarak tanımlayan, İbni Sina ve Farabi'yi kafir olarak suçlayan İmam Gazali'nin (1058-1111) ünlü risalesi 'Tehatüful Felasife' yani "FelsefeninTutarsızlığı"nı yazmasıyla başlar.*
 itaat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlar. İSLAM DÜNYASININ YOLU İMAM GAZALİ İLE BU ŞEKİLDE TIKANMIŞ OLUR
İBNİ RÜŞT (1126-1198)bu akımın saçmalığını ve tehlikelerini bir bir saysa da, bilimin ve felsefenin kâfirlik olamayacağını, insan aklının özgür bırakılması gerektiğini, dini kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi halinde akla göre yorumlanmasının doğru olacağı görüşünü savunsa da kimseyi inandıramaz.
 Gazali'yi eleştiren ünlü reddiyesini, 'Tehatüfül Tehafül' yani "Tutarsızlığın Tutarsızlığı”ını yazar.
 Avrupa’nın aydınlanma çağının bu bilim adamının eserlerinin Arapçadan Latinceye çevrilip, Avrupa’ya yayılması ile başladığı çoğu bilim çevrelerince kabul edilir.
İBNİ RÜŞT AYDINLANMAYI,  GAZALİ  BAĞNAZLIĞI  GETİRDİ
İslam dünyasının yolu burada ikiye ayrılır.  Biri (bugünkü İslam dünyası) İmamı Gazali eleğini,  batı dünyası ise İbni Rüşt eleğini kullanmaya başlar.
 İbni Rüşt (1126-1198)’ü izleyen Avrupalılar aydınlanma çağını yakalamış, İmam Gazali'nin yolunu tutanlar da gericiliğin ve bağnazlığın çukuruna düşmüştü.
Atatürk Türkiyeyi Aydınlanmacı İbni Rüşt’ün dünya görüşüyle yola çıktı ve bu devrim, ne yazık ki temelleri 1946 yıllarında atılan karşı devrim ile sonunda tekrar İmam Gazali’nin yoluna düştü. 



TÜRK DÜŞMANLIĞININ DERİN TARİHİ

Türk Milleti tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasası’ndaki “Türk vatandaşlığı” tanımından rahatsız olan ittifakın kodları Göktürklerin yıkılışından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar “adsız” geçirdiğimiz 1200 yılda saklı

Dr. Ahsen Batur’un “Türk Sözünün Hazin Serüveni”ni yazdığı yeni kitabı “1200 Yıllık Sürgün”, Göktürk Devleti’nin yıkılmasından Jön Türkler’in ortaya çıkışına kadar geçen sürede yaşanan “etnik hafıza kaybı”nı anlatıyor. Kitap, özellikle Türklüğü tasfiyenin tartışmaya açıldığı bu günlerde, kimliksiz devletlerin akıbeti konusunda rehber niteliğinde.

Batur’un verdiği örneklerde, Orhun Abideleri’ndeki “Bey olacak evlatların Tabgaç halkına kul oldu; hatun olacak kız çocukların cariye oldu. Türk beyleri Türk isimlerini bırakıp Tabgaç beylerin Tabgaçca isimlerini alıp, Tabgaça bağlandı...” feryadıyla yıkılan Göktürkler’den itibaren Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Hazarlar, Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanlılar dönemlerinde artarak devam eden “mankurtlaştırma”yı yönetenler devrin “aydın” sayılan isimleri; tıpkı bugünkü gibi.

Cahil, köpek, hilebaz

İşte Batur’un “Türk’ün öcü gibi telakki edilmesini sağladılar” dediği tarihçiler, şairler, gazeteciler ve “öz yurdunda” Türk’e reva görülen hakaretler:

• İbni Bibi, Türkler’den, “cahil Türkler”, “müfsid - - Türkmenler”, “çarıklı Türkmenler” diye bahsediyor.

• Kerimüddin Mahmud Aksaraylı Türkleri “Gözün karalığından daha kara olan Türk...”, “Türklerin... o dinsiz zümrenin...”, “mel’un Türkler” ifadeleriyle anıyor.

• Amasyalı Hüseyin b. Ali Fatih, “Tariku’l Edep” adlı çalışmasında “Türk” ve “Türkmen”i iki ayrı etnik grup gibi gösterip, bölüyor.

• Şair Baki “Türk ehlinin ey hace biraz başı kabadır” diye hakaret ediyor.

• Nef’i “Türk’e Hak, çeşmi irfanı haram etmiştir” diye aşağılıyor.

• Türkleri “çoban köpeği”ne benzeten tarihçi Mustafa Naima Efendi ayrıca “nadan Türk, idraksiz Türk, çirkin suratlı Türk, mel’un Türk” olarak niteliyor.

• Gelibolululu Mustafa Ali, Mevaidü’n Nefais’te “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar halkı elbette kır adamıdırlar. Bunlar, aralarında güzel ve sevimli olanı az görünen, çeşit biçimde çirkin kimselerdir.” diyor.

• “Etrak-ı Bîidrak” lafının mucidi Hoca Sadettin “hilebaz Türk”, “akılsız Türk”, “aptal Türk”, “kudurmuş kurt”, “aşağılık türediler”, “sırtlan”, “anlayışsız kaltaban”diye nefret kusuyor. Soyu kuruyasıca...

• “Baban da olsa Türk’ü öldür” diyen Kadimi mahlaslı Hafız Hamdi Çelebi, Hz. Muhammed’in “Türk’ü öldürün kanı helaldir” dediği iftirasını yayıyor.

• Bugünlerde “genç kızların sevgilisi” anonsuyla Muhteşem Yüzyıl adlı televizyon dizisine dahil edilen İzvornikli Arnavut Taşlıcalı Yahya karakteri, “soyu kuruyasıca Türk” diye mısralar düzüyor.

• 1797-1802 yılları arasında Paris’te daimi elçiliğimizi yapan Moralı Seyyid Ali Efendi uygunsuz hareketlerde bulunan Çuhadır Ahmet’e “Türk-ü sutür” yani “hayvan Türk” yakıştırması yapıyor.

• Tokatlı Aşık Nuri Türk’ü hayvana benzeterek şöyle diyor:
“Türk’ün dilberidir gayetle inat / Şehir dili bilmez lisanı kubat / Kelamında eder Türklüğün isbat / Hayvan gibi gözün diker samana”

• 1912’de Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda “Türk” kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılıyor.

• 1913 tarihli “Mecmua-i Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında, “Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir... Türk falan değil sadece Müslümanız”deniliyor.

• Bugün “Milli Eğitim Sistemi”ni “milliyetçilik”ten arındıranlar(!), dindar fakat “milli şuur yoksunu” nesiller yetiştirmeye girişenler gibi Prof. Ahmed Naim 1913 yılında yazdığı “İslamda Dava-i Kavmiye” adlı kitabında Türk’e karşı savaş açıp, “Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir” diyor.

• 1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık yapan ve AKP iktidarında adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere “soysuzlar” yakıştırmasında bulunuyor. Dahası, tiksintiyle söz ettiği Türklüğünden istifa ediyor:
“Yalnız Müslüman ve insan / Olarak kalmak üzere, Türklükten,/ Şeref ve izzetimle istifa / Ediyorum Allah’ın huzurunda / (...) Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme / Beni Türk Milletinden addetme!”


Müslüman Roma İmparatorluğu

Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam’ında “Türk müsünüz” sorusunun cevabı hayli dramatiktir;
“Aman hocam, estağfurullah!”

Batur’un yazdıkları işte bu dramın 1200 yıllık tarihi:

“Osmanlı, Fatih’le birlikte artık bir anlamda Müslüman Roma İmparatorluğu idi. Doğu Roma’nın birçok temel kurumunu kendi bünyesinde kaynaştırmasının yanında, Türk, Fars, Arap kimliğinin de bir sentezini yapmıştı. Bu sentezde şehirli hayata geçiş yapmayan göçebe Türk zümrelerine yer yoktu. (...) İki taraf arasında ilk uzaklaşma dille başladı. Osmanlıca bir jargondu. Saray ve çevresindeki Osmanlı elit medrese kökenli oldukları ve medreselerde de Arapça ve Farsça eğitimi hakim olduğu için bu jargonu rahatça kullanıp anlıyordu, ama Anadolu halkı bu dili hiç anlamıyor, buna karşılık Yunus’u, Dadaloğlu’nu, Karacaoğlan’ı ve Ahi ocakları başında bulunanları, Geyikli Baba’yı, Baba İlyas’ı... çok iyi anlıyordu. Çünkü aynı dili konuşuyorlardı.

Osmanlı, milli değil siyasi bir yapıydı... Sentezdi. Bu sentezde Hıristiyanı, Arabı, Acemi vardı, yalnızca Türk yoktu. Bir başka deyişle saray içine ve çevresine yerleşen bu kozmopolit elit tabaka, oluşan nimet ve refah dairesinin içine Türkleri sokmak istemiyordu. Bu şer dairesinin içinde herkes kimliğini vurgulayabilirdi... Yeri geldiğinde Rum’u Rum, Acem’i Acem, Arabı Arap, Arnavutu Arnavut olduğunu söyleyebilirdi, yalnızca Türk ”Türk“ olduğunu söyleyemezdi. Bunun Kuran’a ve şeriata ters olduğu öğretilmiş, din alimlerince böyle söylenmişti. Başkalarına helal olan şey, Türk’e haramdı. Çünkü Türk demek, Yecüc-Mecüc demekti ve bu konu başta tesfirlerde ve bazı uydurma hadislerde defalarca işlenmişti.”

“Vatan” demek yasaktı

Falih Rıfkı Atay “vatan” ve “millet”siz büyümenin ne demek olduğunu, Batur’un da kitabına aldığı “Batış Yılları”nda şöyle anlatıyor:

“Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve ’Osmanlı’ idik. İlmihallerde baş dersimiz ’Din ile Milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti... Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer ’Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık... Okullarda da Arab’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik..”

Batur, Mehmet Akif Ersoy’u da “Din ile milliyetin bir olduğunu savunanlar” arasında sayıyor:

“İstiklal Marşı gibi muazzam bir şiiri yazan Akif’e elbette şükran borçluyuz, ama onun da gerek o zamanki ve gerek günümüzdeki bazı dogmatik fikirli Müslümanlar gibi, etnik mensubiyetle ırkçılığı aynı şey kabul etmeleri, insanın milliyetine vurgu yapmakla İslam’a aykırı bir şey yaptığını düşünmeleridir. Bu düşünce iledir ki Akif, aynen şu beytleri yazmıştır:

Hani milliyetin İslam idi... kavmiyyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın a, milliyetine
Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri?
Küfrolur başka değil... kavmini sürmek ileri...”

Akif’in “En büyük düşmanıdır ruh-u nebi tefrikanın / Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın” diyerek hedef aldığı Ziya Gökalp ise Türk’ün “Vallahi Türk değilim”demeye itildiği günleri şöyle tarif ediyor:

“Bu milletin yakın zamana kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona: ’Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istedidiğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile, ’Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiçbir içtimai zümreye mensup değilim’demeye mecbur edilmişti.”

Yürü var gel ya Arap’tan ya Acem’den

Türk’e bütün bu hakaretleri sıralayanlar Selçuklu ve Osmanlı Sarayları’nda el üstünde tutulur, Türk devletine yön tayin edecek mevkilere yükseltilirken bu milletin evlatlarının “konumu” nu şöyle özetliyor şair Mesihi:

“Mesihi gökten insen sana yer yok!
Yürü var gel ya Araptan ya Acemden!”

Babinger’den yaptığı alıntıda, 2. Mehmed’in Acem sanarak Yedikule’de tekke olarak kullanması için bir Rum kilisesi armağan ettiği Tokat’lı Le’ali’nin Acem olmadığını öğrenince manastırı geri alıp maaşını da kestiğini ve 2. Selim’in de şehzade 3. Murat’ın yanına verdiği iki gencin Türk olduklarını öğrenince işten çıkarttığını aktaran Ahsen Batur, Sultan Süleyman’ın son dönemlerine kadar Türk olanlara “devlet” te görev verilmediğini de hatırlatıyor.

Batur’un kitabında altını çizdiği önemli ayrıntılardan biri de Osmanlı’ya diplomat, yönetici ve bürokrat yetiştirmek için kurulan Enderun’a Rum, Ermeni, Bulgar, Hırvat, Boşnak vs. alınırken bu “akademi”nin kapısının Türkler’e kapatılmış ve devletin asli sahiplerinin bir anlamda “cehalete” mahkum edilmesi. Türkler’e “savaşta ölmeye yarar” gözüyle bakılması.

Türk’ün 1200 yıllık sürgününü anlattıktan sonra bugünü de analiz eden Batur, AKP ile Osmanlı arasında Türklük açısından hiçbir fark olmadığını ileri sürdükten sonra şöyle yapıyor kitabının finalini:

“Peki, AKP ve temsil ettiği zihniyet Türk kelimesini sürgüne göndermeyi başarabilir mi? Hiç sanmıyorum... Osmanlı’nın 600 yılda başaramadığı şeyi, gelip geçici hükümetler hiç başaramazlar...”

“Paşa da olurmuş ha!..”

Ahsen Batur’un Ahmet Vefik Paşa’dan aktardığı şu anekdot bile tek başına yetiyor “kimliği” sürgün edilen bir milletin acıklı halini anlamaya/anlatmaya:

“Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor. Paşa, uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek isteyen bir ihtiyara, ”hangi milletten“ olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, o, bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle, ”Ben Türk’üm efendim“ diyor. Bunun üzerine Paşa ”Niçin sıkılıyor saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mi? Bak ben de Türküm“ diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, ”Sahi sen de Türk müsün? Demek Türkten Paşa da olurmuş ha“ diye sevinç ve hayretle karşılık veriyor!”

Dedesinin torunu...

Hasan Cemal’in Türk Milliyetçiliği’ne karşı dinmeyen öfkesinin şifreleri de var Ahsen Batur’un “1200 Yıllık Sürgün”ünde.

Suriyeli bir paşanın ağzından Hasan Cemal’in dedesi Cemal Paşa’nın “Türklük”le imtihanı:

“Bir akşam Dımaşk eşrafından birinin köşkünde idik. Salonda ben, ev sahibi, Enver Paşa ve Cemal Paşa vardı. Sohbet şuradan buradan devam ederken bir ara Cemal Paşa ”Eğer damarlarımdan birinde Türk kanının dolaştığını bilsem, onu kerpetenle yolar alırdım“ dedi. Enver Paşa buz kesti ve hemen ayağa kalkıp sert adımlarla evi terk etti.”



ADINI SÖYLEMEKTEN KORKMAYAN YEDİ HÜKÜMDAR

Türk Tarihi boyunca “Ben Türk’üm” diyebilen iki devlet ve yedi hükümdar belgeleyebilmiş Ahsen Batur. O iki devletten biri Göktürkler, diğeri de Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye Cumhuriyeti.

Göktürklerin yıkılışından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen 1200 yıllık “sürgün” sırasında Türklüğünü inkar etmemiş o “hükümdar”lara gelince;

“Bi’dat tanımadıkları için Tanrı bugün Türkleri yüceltmiştir (...) Türklerin idarecileri, katipleri ve memurları hep Horasanlı olmalıdır ki, Türklerin işleri bozulmasın...” diyen Selçuklu Sultanı Alparslan,
Kendisine elçi olarak gelen şeyhin okuduğu hadisi dinledikten sonra “Ben Türk’üm ve Arapçayı az bilirim” diyen Harezmşah Muhammed,
“Biz kim emîr-i Türkistan, melik-i Turanız. Biz kim halkların en kadimi, Türk’ün baş boğunumiz” diyen Emir Timur,
Bir Türk alfabesi hazırlayan (dil elden gidiyor diyen Nakşibendilerin gazabına uğrayan) Babür,
Türk alimlerin yetiştirdiği idealist bir “Türkçü” olan Genç Osman,
Türkçe bilmeyen Tunuslu Hayreddin Paşa’ya “Paşa paşa ben Türküm ve Türk kalacağım” diyen Abdülhamid,
Ve “Ferganalı, Buharalı, Taşkentli, Akşabatlı, Kaşgarlı, Almatılı, Bişkekli, Düşanbeli, Urumçili de aynı vatanın evladıdır. Sonuçta aynı atanın çocuklarıyız. Düşmanın oyununa gelmeyelim ve ölene kadar Uluğ Türkistan davasına hizmet edelim. Ben Buhara emiri, Özbeklerin Mangıt boyundan sayılırım ve gerçek Türküm...” diyenBuhara Emiri Said Halim Han...

Selcan TAŞÇI, 2 Şubat 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."
http://www.guncelmeydan.com/pano/turk-dusmanliginin-derin-tarihi-selcan-tasci-t33788.html






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.