24 Nisan 2014 Perşembe

ALEVİLİKTE KIZIL ELMA



ALEVİLİKTE KIZIL ELMA
Kızıl Elma, Türk mitolojisinde Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşlerdir.
 Türk devletleri için bir hedefin ve amacın simgesidir.

Şah İsmail onbeş yaşında, Anadolu Türkmen oymaklarının yardımı ile 9 Eylül 1502’de Tebriz’de “Kızılbaş Türkmen Safavi Devleti”ni resmen kurar.
 1509 yılında kurduğu Türk Devleti’nin sınırlarını belirlemek için bir danışma toplantısı düzenlemek ihtiyacı doğar. Bu toplantıyı düzenlemek için de Pir Sultan Abdal’ı görevlendirir. Bunun için Alevi adabı gereği lokma olarak Peyk (ulak) ile bir sepet elma gönderir. “Kızıl Elma” Türkmen geleneğinde kutsiyet ifade etmektedir.
 Bir Alevi köyüne pir gelmeden önce bir sepet elmayı rehbere gönderir, rehberde peyk vasıtası ile her haneye bir elma dağıtarak, dedenin geleceğini ve “görgü cemi”nin yapılacağı günü bildirir.

Orta-Asya eski Türklerindeki bu geleneği Şah İsmail’de uygulayarak elmayı ulu ozan Pir Sultan’a göndermiştir. Elma’yı alan Pir Sultan Abdal, öncelikle Hacı Bektaş Pirevi Postnişini Balım Sultan gider ve destur alır. Balım Sultan bu toplantıyı destekler. Pir Sultan Abdal’ın bu organizasyonu için Balım Sultan kardeşi Kalender Çelebi’yi görevlendirir.
Bu toplantın düzenlenmesinde görev alanlar; Tokat, Almus’un Varzıl Köyü’den Safevi soylu bir dede olan Kul Himmet, yine aynı yöreden Hubyar Abdal, Sivas’tan Pir Sultan’ın müsahibi Ali Baba, Şah Kulu, Nur Ali Halife gibi önderlerdir.
1509 Yazında Yıldızeli’nin Banaz ile Bedirli arasındaki Sarıkaya yaylasında toplantı yapılacağı Anadolu’daki bütün Türk Oymak beyleri ile Dede Ocaklarına bildirilir.

PİR SULTAN'DA KIZIL ELMA: ŞAH BİLGİSİ

Alevîlerin yedi büyük ozanından biri kabul edilen Pir Sultan, aşağıdaki şiirlerinden de anlaşılacağı gibi ‘kızıl elma’ kavramını, düşüncesini ifade etmede kullanan Osmanlı döneminin Türk tasavvuf düşünürlerinden biridir. Pir Sultan, ‘kızıl elma’ imgesine bilinenin dışında bir anlam yükler.

Pir Sultan Abdal'ın nefeslerine baktığımızda ‘kızıl elma’ imgesinin, iki boyutunun olduğunu görüyoruz: Biri ****fiziksel, diğeri fiziksel boyut. Pir'e göre kızıl elmanın, mekanı ‘dost bağı’ diğer ifadeyle ‘cennettir ’. Rengi, gül rengi veya soluk gül rengidir. Pir, iki ‘nefesinin ’ sonunda renk ile beniz kavramlarının yerlerini değiştirerek ‘kızıl elma’yı, Hz. Ali'yi simgelemede kullanır.

-25-
Cenetten Ali'ye bir nidâ geldi
Ali'ye terceman gelen elmalar
Ali kokladı, hem yüzüne sürdü
Ali'ye terceman gelen elmalar

Elma'sın, elma'sın seni aşlarlar
Meyveni yerler de dalın taşlarlar
Sultan olan, kulun bağışlarlar
Ali'ye terceman gelen elmalar

Elma'sın elma'sın rengini boya
Cümle melâikler donunu geye ( giye)
Kadrini bilmeyen kabuğun soya
Ali'ye terceman gelen elmalar

Elma'sın elma'sın misk ile amber
Kokuna birikir cümle peygamber
Etin Fatma Ana, kabuğun Kamber
Ali'ye terceman gelen elmalar

Pir Sultan Abdal'ım vahdettir vahdet
Çiğidinden oldu Düldül gibi at
Bir adın seyfullah okunur âyet
Ali'ye terceman gelen elmalar (25/102-103)

-26-
Sen de bir elmasın seni taşlarlar
Keser budarlar göğsünü haşlarlar
Cümle günahların da bağışlarlar
Ali'ye terceman gelen elmalar

Senin kokun misk kırmızı amber
Etinden Fatma, kabuğundan Kamber
Aslını bilmeyen kabuğun soyar
Ali'ye terceman gelen elmalar

Aslını bilmeyen kabuğun soydu
Cümle peygamberler rengine girdi
Elmanın kokusun cennetten aldı
Ali'ye terceman gelen elmalar

Cebrail elmayı cennetten aldı
Getirdi Ali'ye terceman sundu
Ali'm de şâd oldu, Hüseyin'e verdi
Ali'ye terceman gelen elmalar

Pir Sultan Abdal'ım eydür, Haydar er yiğit
Bir adı seyfullah bir adı Ahmed
Çekirdeği Düldül, kökünden Haydar
Ali'ye terceman gelen elmalar (26/103)



Bir başka iki müstakil nefesinde, ‘kızıl elma’ ile Hz. Ali ilişkisine yer verir. Bu iki nefese göre ‘kızıl elma’, Hz.Ali'ye "terceman" olarak gelir. 26. nefes'e göre elmayı, Cebrail cennetten alır, Ali'ye getirerek terceman olarak sunar. 25. nefese göre Ali, onları alır, koklar ve yüzüne sürer. Çünkü elmanın kokusu misk kokusudur. Elma bu kokusunu, geldiği mekandan, Pir'in ifadesiyle "dost bağı"ndan yani "cennet"ten alır. Misk kokulu elma, aynı zamanda "kırmızı amber" rengindedir. Bu renk aynı zamanda bütün peygamberlerin rengidir. Misk kokulu kırmızı amber rengindeki elma, aynı zamanda yanlış değerlendirmiyo rsak, bütün meleklerin formu, Pir'in ifadesiyle ‘don’u’ – şekli, formudur. Buraya kadar belirlediklerim iz, kızıl elmanın ****fizik boyutudur. Pir, ‘elma’ imgesini iki nefeste şöyle anlatır:

Dost bağında kızıl alma
Gül rengi güllerden solma
Pir Sultan'ım gafil olma
Gelen Murteza Ali'dir 28/106)

Bir başka yerde

Cennetteki kızıl alma
Gül benzi sararıp solma
Pir Sultan'ım gafil olma
Gelen Murteza Ali'dir (29/107)

Bu iki nefesteki kızıl elmayı niteleyen ‘terceman’ kavramına bakılırsa Kızıl elma, Hz.Ali'yi şah yapan bir niteliktir. Kızıl elma ve ‘terceman’ kavramı birlikte düşünüldüğünde akla, Hz. Adem'in ve eşinin tattığı cennet meyvesini akla getirmektedir. Bu meyvenin ne olduğu ile ilgili Kur'an tefsirlerinde oldukça spekülasyon yapılmış, yorumcular tarafından muhtemel bir meyve veya ürün ismi sayılmıştır. Pir'in, bu muhtemel meyvelerden ‘elmayı’ seçtiği görülmektedir. Fakat bir farkı vardır: Pir'in elması, Hz. Ali'ye tercümanlık yapmaktadır. Başka bir deyişle elmalar, Ali'ye ‘bilgi’, tasavvuftaki karşılığı ile ‘marifet’ sunmakta buna göre kızıl elmanın mahiyeti, ‘bilgi’ olmaktadır.

Kur'an'daki nitelemelere bakılırsa bu meyve yani elma (Arapça Tuffa – “ Tuffayı ( Elma ) yemek” ), insanın uzak durması gereken bir meyvedir. İnsanın düşmanı olan, sembol ismiyle Şeytan veya İblis'e göre insanın uzak, ilgisiz kalmaması gereken bir meyvedir. Ona göre bu meyve, ‘ölümsüzlü k’ Kur'an'da ki ifadesiyle ‘ huld ‘ (şeceratü'l-huld – Huld ağacı) meyvesidir. Neticede insanın ilgisiz kalamadığı anlaşılan bu meyve, insana iddia edildiği gibi ölümsüzlüğü değil, aksine "ölümlülüğü n" bilgisi ve tecrübesini getirir.

Pir'in ‘kızıl elma’ya yüklediği anlam, ise bunun tam aksidir. Hz. Ali yeryüzündedir ve ölümlüdür. Pir'in “kızıl elması”, Hz. Ali'yi ölümlülük ortamından kurtaracak, tekrar ölümsüzlüğe ulaştıracak bilgileri içeren ölümsüzlüğün tercümanlığını yapan bir meyvedir.

Bu iki nefese ilave olarak başka bir nefeste, elmanın fizikî boyutuna yer verir. İki nefeste elma, meyvesi yenen ve akabinde taşlanan, değerini bilmeyenlerin kabuğunu soyduğu, başka bir deyişle kabuğuyla etini birbirinden ayrıldığı meyvedir. Halbuki, Pir'e göre eti Fatma Ana, kabuğu Kamber'dir. Çekirdeğinden Düldül gibi bir at'a bedenleşme ( vucud ) verir. Böylece elmanın bir başka niteliği ortaya çıkmaktadır. Bu da var oluşun sebebi, veya çokluğun ilkesidir.

Bir nefese göre Cebrail, cennetten getirdiği elmayı, "Şah"a ‘terceman’ olarak verir. Şah, yani Hz. Ali, elmayı eline alır, dört parçaya böler ve bir parçasını yer. Bir parça elma Şah'a yeterli gelir, Pir'in ifadesiyle kandırır. Üçünü, melekler Hakk'a geri götürür. Hak bu davranışa hoş nazarla bakar ve sonuçta Ali'ye, yedi iklim ve dört köşeyi verir. Üç nefes birlikte düşünüldüğünde elmanın üç parçasından biri Düldül, biri Zülfikar ve biri Fatma Ana ile Kamber'dir. 25. nefesin son dörtlüğüne göre bu çokluk aynı zamanda birlik, Pir'in ifadesiyle vahdettir.

ŞAH SÖZCÜĞÜ
Arap dünyasında Şeyh ( yaşlı, bilge ) bazı Ortadoğu dillerinde ‘ ŞIH ’ olarak da telaffuz edilen kavram Konfiçyus inancında bir dini derece, unvan olan – ŞIH – sözcüğünden alındığı kuvvetle muhtemeldir. Antik dönemlerde İpek yolu ticareti güzergahında tüccarlarla yolculuk yapan din adamlarının bu unvanının Ortadoğu dillerine girdiği iddia edilir.

ŞIH – ŞEYH ( yaşlı, bilge, erdemli kişi ) bir anlamda yüce varlığın da simgesel temsilcisidir, ilahi emirleri bildirenleridir . Daha sonra bu kavram Aramice’den Arapça’ya NEBO – NEBİ – MURSEL ( yüce emirleri tebliğ eden, haber ileten ), PEYGAMBER ( Farsça – aynı anlamda) gibi terminolojilerl e karşımıza çıkar.
ŞEYH – ŞIH terminolojisi Türk ve Fars coğrafyasında ŞAH şeklinde bir ifade, kullanım ve terminolojik kavrama dönüşür.

Türk Dünyası Yöneticileri konumları gereği kendilerini simgesel tanrı elçisi gibi nitelemişlerdir . Iran Şahı Şah Rıza Pehlevi iktidarda olduğu dönemlerde aynı simgesel ifadeyi kullanırdı. Hatta bugünkü Mollalar da benzer simgeselliği kullanıyorlar.

Osmanlı yöneticileri ise bu konuda daha dikkatli olmuşlar ve Padişah ( Şah’ın ayağı, Şeyh’in ayağı, yüce gücün simgesel temsilcisinin ayağı ) nitelemesini daha uygun bulmuşlar. Daha sonraları bilindiği gibi Halef ( Halife – yerine temsil eden kişi ki o yüce gücü kast etmektedir ) unvanlarını kullanmışlardır .

TÜRK MİTOLOJİSİNDEKİ KIZIL ELMA SİMGESELLİĞİ

Kızıl Elma Türkler özellikle Oğuz Türkleri için Kızıl elma üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan idealler veya hayallerdir.

Kelimenin tam olarak ne zaman nerede ve nasıl kullanıldığı bilinmemekle birlikte tarihi akış içerisinde hep batı yönünde ilerlemenin bir sembolü olmuştur.

İstanbul'un Fethi'nden sonra Kızıl elma'nın Roma'da bulunan Saint-Pierre Kilisesinin mihrabındaki altın top olduğu ileri sürülmüştür.

KIZIL ELMA ÜLKÜSÜ

Kızıl elma Türkler tarafından değişik şekillerde tasvir edilmiş olup bazen bir belde bazen bir taht ya da parıldayan ve dünya hakimiyetini temsil eden som altından yapılma kızıl renkli bir küre olmuştur.

Bu altın top bazen zaferin işareti bazen hâkimiyetin sembolü bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade edilmiştir. Çok eski bir Türk inanç ve töresi olan Kızıl elma Türkistan'dan Hazar Denizi'nin doğusundan gelen Oğuzların Hazar kağanının ipek çadırının üzerinde hâkimiyetinin ifadesi olarak bulunan altın topu (Kızıl elma'yı) ele geçirmeyi ülkü edinmişler.

Türkler inandıkları Gök Tanrı'nın dünya hâkimiyetini kendilerine ihsan ettiğine iman etmişlerdi.

Bu Bilge Kağan'ın ” Tanrı istediği için tahta oturdum dört yandaki milletleri dirliğe, düzene soktum Türk Tanrısı milleti yok olmasın diye babam İlteriş Kağan'ı ve anam İl Bilge Hatun'u gökten tutup yükseltmiştir ” sözlerinden anlaşılmaktadır .

Oğuz Kağan'ın Tanrı tarafından tanrısal güçle donatılmasının yanında yardımcısı ve rehberi de gökten indirilmiş Gök-Börü'nün de (Bozkurt – Orion takımyıldızı simgeselliği) aynı kaynaktan beslendiğine inanılmaktadır. Oğuz'un seferleri sırasında ona kılavuzluk yapar. Oğuz Kağan Destanı'nda geçen şu mısralar bunu en güzel şekilde izah etmektedir:

” Ben sizlere oldum kağan Alalım yay ile kalkan, Nişan olsun bize bu yan Bozkurt olsun bize uran “

Kızıl elma çoğu kez Türk birliği idealinin ismi olmuştur. Bugün de Türk milletinin birleşme ideali Turan Devleti fikri olarak yaşamaktadır.
Bu gün için Kızıl Elma sözünün anlam değiştirmeye başladığı görülmektedir.

Türkçülere göre Kızıl Elma literatüre girmiş yabancı kaynaklı bütün doktrinlerden farklı olarak İnsanın Dünyada ki bütün olanaklarını adilce paylaşılacağı açlığın sefaletin savaşın ve gözyaşının olmadığı bir yönetim düzenini iddia etmektedir.

MİTOLOJİDE ELMA
Herakles'e, dünyanın ucunda, güneşin battığı yerde, Atlas'ın gök kubbeyi taşıdığı yerde bulunan bir bahçedeki ağaçtan elma alıp gelme görevi verilmişti (Heraklesin 12 ödevinden biri). Herakles "Akşam Kızlarının Bahçesi – Bir tür cennet betimlemesidir " denen bu yere gelmiş ve bahçeyi koruyan yüz başlı ejderle savaşmıştır. Atlas'ı ikna ederek bu bahçeden 3 elma alabilmeyi başarıp dönmüştür.

Altın Elmalar veren elma ağacını diken ve yetiştiren toprak tanrısı Gaia'dan başkası değildi. Bu ağacı Zeus ve Hera'nın evlilik törenlerinde çifte hediye olarak altın bir saksıya koyarak verdi. Ağaç Gaia sayesinde kısa sürede çok dallı budaklı, gösterişli oldu ve meyve vermeye başladı. Hera, altın elma veren ağacı çok beğendi ve Olympos'tan uzak bir yere dikmeyi düşündü. Ağacı dünya denizlerinin en batısındaki ıssız bir yer olan Hyperborea bölgesine dikti ve ağacı Hesperidler olarak bilinen akşamın üç kızına teslim etti. Dünyayı sırtında taşıyan bir titan olan Atlas'ın kızları Aigle (parlak), Erythie (kırmızı) ve Hesperarethousa ismini taşıyordu. Bakire periler ara sıra ağaçtan kendilerine de elma kopardıklarında n Hera duruma el koyarak ağacın yanına uyku uyumaz, yüzlerce başı olan korkunç bir ejder olan Ladon'u görevlendirdi. Böylece periler dahil kimse ağaca yaklaşmaya cesaret edemedi.

Herakles, 11. görevi gereği altın elmaları almak üzere uzun bir yolculukla bu bahçeye geldi. Atlas'ı kandırarak altın elmaları çaldı sonra da Typhon'un çocuğu ejder Ladon'u öldürüp kaçtı.
***
Bir gün 3 tanrıça Athena, Hera ve Afrodit'in birlikte bulunduğu esnada ortaya üzerinde "En güzele" yazan altın bir elma düşer. 3 tanrıça da kendisinin en güzel olduğunu iddia ettiği için elmayı paylaşamazlar. Bunun üzerine gerçekte Troia kralının oğlu olan çoban Paris'e giderek hakemlik yapmasını isterler. Ancak bu arada her biri Paris'e kendisini seçmesi halinde bazı hediyeler vereceklerini söyler. Paris altın elmayı kendisine dünyanın en güzel kadınını vaad eden Afrodit'e verir. Bu güzel kadın kral Menelaos'un karısı Helen'dir. Paris Helen'i Troia'ya kaçırır. Bunun üzerine Menelaos büyük bir ordu ile Troia'ya saldırır ve yıllar boyu sürecek olan büyük bir savaş başlar.

KAYNAKÇA VE PİR SULTANLA İLGİLİ YAYINLAR

1. Aslanoğlu, İbrahim Pir Sultan Abdallar, 1984
2. Balım, Ali Pir Sultan Abdal, 1943
3. Banarlı, Nihad Sami "Pir Sultan Abdal", Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul,1987, c.I
4. Bayrak, Mehmed Pir Sultan Abdal, 1986.
5. Danişmen, İsmail Hami Türklük Meseleleri, İstanbul.
6. Ergun, Sadeddin Nüzhet 16.Asır Saz Şairlerinden Pir Sultan Abdal, 1929.
7. Eyüboğlu, Sabahattin Pir Sultan Abdal, 1977.
8. Fuat, Memed Pir Sultan Abdal, 1977.
9. Gökalp, Ziya Kızıl Elma, Haz.Hikmet Tanyu, Ankara, 1976.
10. Gölpınarlı, Abdülbaki - Boratav, Pertev Naili Pir Sultan Abdal, Ankara, 1943.
11. Kabaklı, Ahmet "Pir Sultan Abdal",Türk Edebiyatı, İstanbul, 1997, C.I
12. Kudret, Cevdet Pir Sultan Abdal, İstanbul, 1965, 1985.
13. Öztelli, Cahit Pir Sultan Abdal-Bütün Şiirleri, İstanbul, 1996, 8. basım.
14. Ural, Orhan Pir Sultan Abdal, 1982.
15. "Pir Sultan Abdal", AnaBritannica, İstanbul, 1994, C.25
16. Erhat, Azra : Yunan Mitolojisi



İşe bakınki Günümüzde kızıl elma ülküsüne daha çok sahiplenenler mhp sempatizanları ve bbp sempatizanları dır ,bu hep böyle olmuş aleviler çoğunlukla kendi değerlerinme fazla sahip çıkmamışlar başkaları Alevilerin değerlerini kendi değerleri gibi sahiplenmişlerdir ,bunun bir çok örneği vardır mesala sazlar mesala dört kapı kırk makam gibi, şimdi başkaları sahiplenmeye kalkıyor .
İşin aslı şudur Osmanlının temelini aleviler atmış ve baş yöneticiye şahin ayağı anlamında padişah ünvanı almışlardır  sonra ki yozlaşmalar nedeni ile Aleviliklerini kaybedip Arapların kültürünü benimsemişler böylece hem Aleviliklerini hem Türklüklerini yitirmişlerdir aslını inkar edenler aslına düşman kesilmişlerdir maalesef.